Wednesday, February 18, 2009

Bir şeyler... (2 olmuş)

Merhaba, nasılsınız? İyiyim, teşekkürler.

Canım böyle bir giriş yapmak istedi, interaktif bir ortamdaymışız gibi. Gerçi zaten interaktif bir ortamdayız, biliyorum, ama sanki karşımdaki kişiyle konuşuyormuşum gibi. Eğlenceli oldu. Siz de denemelisiniz.

Saçlarımı kestirmeden önce birkaç resim çekmek istedim. Evet, resimlerde camdan arkaplanda görülen yerler birer çöl. Gerçek bir çöl değil belki, ama benim gönlümde oralar Black Mesa'nın içinde bulunduğu Arizona'nın çölü. Hem zaten oralar çöl olmasa koca bir mesanın orada işi ne? (evet, okulumun yakınlarında bir mesa var. Bu mesanın çevresinde de Mesa Plaza kurulu, bazen öğle yemeğine oraya gidiyorum). Oraları çöl olarak algıladığım/hayal ettiğim şikayetçi olduğum anlamına gelmiyor, eğer içerisindeki yiyecekler güzelse ve yeteri kadar kahve varsa orası bir vahadır zaten. Öyle değil mi efen'm?



Son resimde de Photoshop'ın Shadow/Highlight'ını kullandım. Sonucunu sevdim.

---

Blogger'ın Add Image'inin yarattığı kodlarla ilgili gerçekleştirdiğim geç bir keşif:

Diyelim ki iletinizde merkeze yerleştirilmiş bir resim olmasını isteyip (veya istemeyip kazara) resmi bu şekilde upload ettiniz. Ama sonra o resmi sağa veya sola kaymış bir şekilde görmek istediniz. Veya tam tersi. Resmin hizasını Compose modunda değiştirmek veya kodlarda align değişkeninin değerini center/left/right yapmak işe yaramaz. Bu durumda sinirlenip o resmi bu sefer istediğiniz yeni hizalama seçeneğiyle yeniden upload etmeye çalışırsınız veya aynı hizaya sahip başka bir resmin kodlarını kopyalayıp hedefi, kaynağı ve resim boyutunu düzenlemeye çalışırsınız. Buna gerek yok. img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; daki "display: block;" ifadesini kaldırmak/eklemek ve text-align'ı da buna göre düzenlemenin işinizi halletmesi gerek (ve margin'i de düzenlemek isteyebilirsiniz). Bu keşke daha önce aklıma gelseymiş.

--

Bir şeyler daha var ama onları da yarın yazarım.

Monday, February 16, 2009

Because - Seçim simülasyonu




Because the world is round, it turns me on
Because the world is round
Because the wind is high, it blows my mind
Because the wind is high

Love is old, love is new
Love is all, love is you

Because the sky is blue, it makes me cry
Because the sky is blue




Sevdiğim bir şarkı ve sevdiğim bir sahne. Missy ve dostlarımla beraber çimlerin üzerine uzanıp Missy'e sarılarak beraber bu şarkıyı söylemek isterdim.


------

Bugün eve gelirken, birkaç saat önce girdiğim tarih dersinin de etkisiyle demokrasi kavramı üzerinde düşünürken aklıma şöyle bir şey geldi:

Bir seçmenin, iktidara gelmesini istediği birden fazla parti olabilir. Özellikle de mevcut olan partilerin hiçbirine tamamen güvenilmediği, ama ülkeyi iyice kötü bir duruma götüreceğini düşündüğümüz güçlü bir partinin seçim başarısını düşürmek için rakip partilere oy verilmek istendiği zamanlarda.

Peki eğer seçim pusulasında tek bir partiyi oylamak yerine bir puan dağıtımı yapılsa? Elimizde örneğin 5 adet puan olsa ve biz de iktidara gelmesini/meclise girmesini istediğimiz partilere bu puanlardan dağıtsak? O zaman seçim sonuçları, halkın istediğine daha yakın bir şekilde gerçekleşebilir mi?

Kafama bu takıldı ve bir seçim simülasyonu yazmak istedim. 16 parti olsa, A, B, C, D güçlü partiler olup bir seçmen tarafından puan alma ihtimalleri %10'ar olsa (zayıf partilere %5'er puan ihtimali kalıyor), A ile C ve B ile D rakip partiler olup bir seçmenin iki partiye puan vermesi imkansız olsa (elbette seçimde böyle bir kısıtlama yer almazdı, sadece seçmen tercihi mantığı benzetimi için böyle bir kural ekledim) o zaman seçmenlerin sadece tek oy kullanabildiği klasik sistemden farklı bir seçim sonucu alınabilir miydi?

Alınamıyormuş. Belki de alınabilirdi, ama benim simülasyonum gerçek koşulları doğru bir şekilde yansıtabilmekten uzak olduğu için bu sonucu göremedim belki de. Yüzbinlerce, milyonlarca ve en sonunda 50,000,000 seçmeni bu simülasyona soktum (bilgisayarın işlemi gerçekleştirebilmesi 15-20 dakika filan sürdü), ama aklıma gelen bu fikrin "Paralar neden bol bir şekilde basılmıyor? Böylece fakirlik önlenirdi" gibi saçma bir fikir olduğu ihtimali beni üzdü. Simülasyonumu bir de siz çalıştırmak istiyorsanız buyrun kodu.

Friday, February 13, 2009

Half-Life 2 kısa filmi



500 dolarlık bir bütçeyle ne kadar kaliteli işler ortaya çıkarılabileceği.

(ama sonundaki zombileri sevmedim, bu yapım için fazla amatörce geldiler bana)

Thursday, February 12, 2009

... --- ...

Şu an itibariyle kendimi sakin ve iyi hissetsem de,

Eğer tamamen iyileşebildiğimi söylersem size yalan söylemiş olacağım.

Son bir-iki gündür kendimi korkunç hissediyordum (özellikle dün akşam, son aylarda yaşadığım bunalımı tekrar yaşadım neredeyse), ama sorunlarımdan bahsetmemin veya şikayet etmemin kimseye yararı olmayacak. Sorunum hakkında hiçbir şey okumayacaksınız, ne kadar ciddi olursa olsun.

Sanırım tamamen iyileşebilmek için zamana ihtiyacım var.



... --- ...




"Gülersen dünya da seninle birlikte güler, ağlarsan yalnız ağlarsın" sözünden hareket ederek "Dünya için ağlayabilirsin, ama dünya seninle ağlamaz" da denilmesini öneriyorum. Geçen gün TanistliN'in doğumgününü kutlarken aklıma bu söz gelmişti; bir Arleon aforizması diyebilirdim, bu sözün başka birisinin aklına daha önceden gelmiş olmadığına emin olabilseydim eğer. TanistliN'in yazısı "2008'de de ne kötü felaketler oldu ama..." özetindeki bir felaket yıllığı değildi ("ufff bu yıl da iyi felaket yaptı ha!"), ama yazıyı okurken Dünya'nın karanlık tarihini gözler önüne seren ağıt yazıları hatırıma geldi ve tüm bu ağıtlara yanıt niteliğindeki bu sözü düşündüm: "Dünya için ağlayabilirsin, ama dünya seninle ağlamaz". Veya devamı "dünya senin için ağlamaz" şeklinde de getirilebilir bu sözün, daha uyumlu olur.


Çok konudışı olarak, forum ve blog gibi avatarlarımızın göründüğü ortamlarda Tanistlin'le olan dialoglarımıza dışarıdan baktığımda bana ilginç/komik gelen bir şey var: İkimizin de nick'i birer kurgu karakterinin isminin değiştirilmiş hali (Gordon ve Tanis Yarımelf/Raistlin Majere), ama avatarlarımız ise alakasız evrenlere ait karakterler. Gordon Freeman ile Simba'nın veya Asporia'nın Arleon'unun (Arleon'la ilgili bir konuya da değineceğim alttaki paragrafta) ortak noktası nedir? Düş ile Ejderha Mızrağı kahramanları Tanis ve Raistlin'in ya da (zaten Tanis ve Raistlin kendileri birer farklı yönken)? Kişiliklerimizin avatarlarımızdaki haline benzediğini düşünüyorum, ama nickler (en azından benimkisi) büyüyü bozuyormuş gibi hissediyorum; özellikle de Çağlayan'ın blogundaki 1-2 aylık yorumlarımın avatarımdaki aslan tarafından yapıldığını hayal ediyorum, "Eğer ilgi gösterilmediği için solacaksa o dostluk ancak bir çiçek kadar güçlüdür. Bence dostluklar bir çınar ağacı gibi olmalıdır." cümlesini Gord10 nickli gözlüklü-top sakallı bir gençten değil de avatarımdaki aslandan duymak bana daha gerçekçi geliyor. (bir de çınar ağacı güçlü bir ağaç mıdır, onu hâlâ öğrenmedim, lol)

Arleon'la ilgili değineceğim konu da şuydu: Arleon bir insan mı yoksa aslan mı belli değil. Arleon'u bazen benim iyice yakışıklı bir görünüşüme sahip olan bir insan prens olarak hayal ediyorum, bazen de "Ama korkarım ki mantığın olmadığı yerdeyiz" gibi cümleler kurabilen hükümdar bir aslan olarak. Ama Arleon, kurtadam gibi "Ihhhhhh! Hmmmppph!" diye arasıra insan formuna, arasıra da hayvan formuna dönüşen bir karakter değil, bu morphing işlemi bana itici geliyor. Paralel bir zihinsel gerçekçilik sözkonusu.

Şu ana kadar yaptığım insan formundaki Arleon manipülasyon veya fotoğraf çalışmalarından tek beğendiğim Courage Mask, ama onu da blogumda çok fazla kullandığımı fark ettim. Yeni, düzgün bir Arleon resminin eksikliğini hissediyorum.




Radiohead'in Hail to the Thief albümünü kısa bir süre önce edindim de... I Will şarkısının daha önce bende olmadığına emin olduğum halde bu şarkıyı çok iyi tanıdığımı hissettim. Bu şarkıyı daha önce nerede duyduğumu bir türlü hatırlayamıyorum, hatta önceden dinlemiş olduğuma bile emin değilim, ama sanki eskiden çok dinlediğim bir şarkıyı yeniden bulmuşum gibi hissediyorum.

---

Bobiler.örg'teki Uykusuz Ejder'in gif animasyonlarına bayılıyorum. Dünyayı Kurtaran Adam: The Down of Teletubbies kimin aklına gelirdi ki...


(animasyonlu gif'i blogun içinde verip vermeme konusunda tereddüte düştüm, sayfanın yüklenme hızını çok düşürürdü)



---



Ankara'da yaşayan bir ressam olan Eşref Armağan'la ilgili Discovery Channel'ın belgeseli.


"Bravo, bravo ya! Çok güzel yaptın."

Friday, February 6, 2009

#00101010

Blogun tasarımında renk değişikliği uygulamaya karar verdim. Beyaz arkaplan yerine siyaha geri döndürdüm. Bunun nedeni ise mutsuz olmam değil, tam tersine bu aralar mutlu sayılırım (bir de hasta olmasam ve kendimi yalnız hissetmesem sanırım mükemmel hissedebilirdim), blogumda görsel öğelerin önemli bir yer tutması ve beyaz arkaplanın da görsel öğeler ile pek uyumlu olmadığını düşünmem. Eminim sadece bana öyle gelmiyordur: eğer bir resim, siyah arkaplan üzerindeyse daha "güzel" görünüyor. Beyaz arkaplan üzerinde aynı resmin ayrıntılarını fark etmek güçleşiyor, sanki kontrast ve parlaklık değerleriyle oynanmış gibi, oysaki ikisi de aynı resimdir (ve monitörün de "Ufff şimdi arkaplanı beyaz yapmak için çok fazla lamba yakmak zorunda kaldım, resim için daha az lamba yakayım da elektrik gidebilsin" diye düşündüğünü sanmıyorum). Bu fenomene getirebileceğim bilimsel açıklama, beyaz arkaplan için yakılan piksel lambalarının gözümüzü fazla yorması ve bu yüzden de göz pigmentlerinin ortadaki resime odaklanmasının zorlaşması. Siyah arkaplan kullanımında ise monitör lambalarının az bir kısmı yakıldığı için resme odaklanmak daha kolay. Sizce de böyle değil mi?



Kendimi o kadar çok Arleon/Simba gibi hissediyorum ki bazen Ahmet'in zaaflarına sahip ve Ahmet olmak beni küçük hissettiriyor. Forumlarda komik veya çocukca bir şey yazdıktan sonra avatarıma baktığımda yazıyla ne kadar alakasız olduğunu fark ediyorum. Avatarına Atatürk'ün resmini koyup da "Emeğe saygı aqa", "pls ltf tşk aqa slm" benzeri şeyler yazmak gibi bir şey (özellikle de Atatürk'ün karatahtada Türkçeye yeni kazandırılan Latin harflerini öğrettiği bir fotoğrafı). Bu ikisinin arasını bulabilmek için Simba'nın gülümseyen bir resmini avatar yapmam gerekecek. (bir de konuyla alakalı olarak şunu hatırladım da: Nick'i ve avatarı Che Guevara olan bir üyenin, forumdaki tek postunda Fetullahçıları "İtfaiyeciler insanları nasıl yangından kurtarıyorsa onlar da sizi cehennemden kurtarıyor" şeklinde savunduğunu görmüştüm).

Geçen haftasonu Global Game Jam'deydim: 48 saat içinde ekip arkadaşlarınızla beraber oyun yaptığınız bir yarışma. Ekibim 48 saat içinde oyunu bitirebildiği için bir sertifika kazandım, Ankara'ya gelen Oyungezer yazarlarıyla sohbet edebilme ve laptop'ımdaki oyunlarımı gösterebilme fırsatı buldum, çalışma ortamı tecrübesi edindim; bunlar güzel yanlarıydı. Ama GGJ'nin benim için genel olarak kötü geçtiğini söylemeliyim. İlk gece orada kalamadığım için oyunun kodsal yapısının tasarımına ("kodsal yapı tasarımı", şimdi uydurduğum bir isim tamlaması) uzak kaldım, programcı olarak bana çok az bir iş yükü düştü. O düşen iş de oyunun ana menüsünü kodlamaktı, ama zaten ekipteki birisi bir ana menü hazırlamış. Benim yaptığım ana menü için fazladan görsel öğe gerektiği, öbür kodcu da standart GUI'leri kullandığı için benim kodladığım tek şey de oyuna dahil olmadı. Heads Will Roll'a olan tek katkım, ana menüdeki Scenario butonuyla okuyacağınız hikayenin birkaç cümlesi oldu. Ortaya çıkan oyunu da sevdiğimi ve dereceye girmemesine şaşırdığımı da söyleyemeyeceğim, şuna inanıyorum, eğer benim o ayrılmak zorunda kaldığım ilk gece aklıma gelen, birtakım lineer cebir formüllerine dayanan tasarım uygulansaydı daha akıcı bir oyun daha az çabayla ortaya çıkartılabilirdi. Grafikerimizden, oyunun grafiklerini kendi kodlayacağım ayrı bir oyunda kullanmak için izin aldım. Hastalıktan ve diğer projelerden başımı kaldırabildiğim zamanlarda kendi Heads Will Roll'ümü Allegro kütüphanesi kullanarak kodluyorum da, güzel gidiyor (ama itiraf etmeliyim, lineer cebirin matris çarpımları esasına dayanan döndürme işlemini kodlamak zor oldu). (bir de neden hep en güzel ışıklandırmaya sahip olan yerler tuvalet/banyolardır? Bunu çözebilmiş değilim)



Bu da çektiğim fotoğraflardan en sevdiklerimden birisi. Profesyonel kameram olmadığı için büyüteçle çektim.

Bu aralar Psychonauts'a sardım. Oyun yapımıyla ilgili yabancı forumlarda çok sık ismini okuduğum bir oyundu Psychonauts, bana hep aşırı kompleks bir oyun gibi gelirdi. Bir sürü yeni şeyi takip etmeniz gereken bir RPG/RTS veya kazık bulmacalara sahip bir adventure'mış gibi. Kendini kaptırması oldukça basit bir oyunmuş. "Neden önceden oynamamışım?" dedirtti. Eğer sadece The Nightmare Before Christmas benzeri animasyon filmlerini seviyorsanız bile animasyonlarını izlemek için yükleyebileceğiniz bir oyun; videoları sinemada izlenecek kadar kaliteli. Bitirdiğim zaman hakkında daha ayrıntılı bir yazı yazarım belki.

Neyse, çok uzun bir yazı olmasın. Şimdilik nokta koyayım. Yazının başlığı anlamsız bir şey değil, aksine, "anlamlı" yetersiz bir kelime olarak kalır.