Son birkaç ayım çok üretken geçmedi. "Geliştirici tıkanıklığı" diyebileceğim bir dönemden geçiyorum. Bazen yatağımda, bazen salondaki bir kanepede, bazen de bir parkta müzik eşliğinde düşünce okyanusunun derinliklerine dalmak bu aralar en çok yaptığım iş. Veya müziğin akışına kendimi bırakıp salonda dans etmek.
Arada birkaç pixel art ve küçük oyun da yaptım ama çok kayda değer işler değiller.
Dün nihayet evdeki çalışma ortamımda çift monitöre geçtim. Önceki monitörüm (şimdi kendisini ikincil ekran olarak kullanıyorum) renkleri başka ekranlardan biraz farklı gösterdiği için renge ve parlaklığa dayalı iş yapmak zor oluyordu. Bilgisayarımda güzel gözüken bir oyun sahnesinin başka ekranlarda aşırı karanlık gözükmesi hoş değildi. Yeni monitörümü alırken bu renk konusuna özellikle dikkat ettim (ikinci fotoğrafta o maske fotoğrafı nedense yeni monitörümde sepya tonlu çıkmış ama gerçekte düz siyah-beyaz olarak gözüküyordu).
İkinci monitörün verimimi artıracağını umut ediyorum.
Küçük oyunlar yapmayı azaltacağım, belki tamamen bırakacağım. O oyunları yapmak bana birkaç günlüğüne keyif veriyor ama sonra oyunu sadece birkaç yüz kişi oynayınca kendimi kötü hissediyorum. Ve bir topluluğa/etkinliğe gittiğimde insanların beni küçük oyunların yapımcısı olarak tanıdığını görünce. Hırslı (belki de ayrıca kibirli) bir insanım, evet, ve bu değişmeyecek.
Küçük oyunlardan bahsetmişken, son zamanlarda yaptığım ve bu blog sayfasında bahsetmediğim oyunları anlatayım. Üçü de browser'da çalışan WebGL oyunu, Unity'de yaptım.
A Harvest Story'yi (Bir Hasat Hikayesi) Ludum Dare sırasında yaptım. Bu bir oyundan ziyade etkileşimli tecrübe. Bir sonbahar günü parkta gizemli bir yabancıyla tanışmanızı ve onunla sohbetinizi konu alan, Commodore 64 görselliğinde bir yapım. Neil Gaiman'dan ilham aldığım önemli bir kısım var, spoil etmeyeceğim.
O dönemde güç ve adalet kavramına dair düşündüklerimi kaleme aldım. Türkçe ve Ukraynaca desteği de var.
Rock, Paper, Scissors Royale'i yaşadığım geliştirici tıkanıklığı durumundan bir nebze sıyrılabilmek için yaptım. Bir süre önce taş, kağıt, makas nesnelerin birbiriyle savaştığı bir simülasyon görmüştüm. Nesneler temas ettiğinde üstün gelen nesne, ötekini kendisine çeviriyordu. Güzel bir fikirdi, bunu taklit ettim. Bir de bizim bir tarafı seçip ona ait rastgele bir nesneyi kontrol edebilmemiz gibi bir yenilik ekledim. Eğer isterseniz herhangi bir kontrolünüzün olmadığı simülasyon da açabiliyorsunuz.
İki veya üç arkadaşınızla bir araya geldiğinizde taraf tutup iddiaya girmeniz için ideal bir oyun. Her tarafta nesne eşit sayıda yaratılıyor, başlangıç konumları ve hareketleri tamamen rastgele.
L0VER bir bilimkurgu aşk hikayesi. Sadece metin tabanlı, görselsiz bir etkileşimli hikaye. Winter42 nick'li sevgilinizle olan "uzak mesafe" ilişkisini konu ediyor. Saplantı, özgür irade gibi konulara değindim. 4 farklı sonu var.
Bu hikayeyi mobil cihazda da oynayabilirsiniz, zira klavye veya mouse'a ihtiyaç duymuyor. Şu an sadece İngilizce, ileride belki Türkçeye de çevirebilirim.
Bu hikayeyi yazarken ChatGPT'den biraz yardım aldım. Bonus içerik olarak oyunun senaryo metni ve benim ChatGPT'yle olan konuşmam var. Hepsi ciddi spoiler veriyor, bunları inceleyecekseniz oyunu oynadıktan sonra inceleyiniz.
Geçen gün bir etkinlik kapsamında şu pixel art'ı çizdim. Gerçekte nasıl olduğumdan ziyade, kendimi nasıl hayal ettiğimle ilgili bir öz portre.
Dün Wishbone Ash konserindeydim.
Harika
bir sahne enerjileri var, özellikle Argus gibi bir albümü 51 yıl önce
çıkarmış müzisyenler olarak. Umarım benim de işime karşı duyduğum tutku
daimi kalır.
Aslında bir ara geçen aylarda gittiğim başka performanslardan da bahsedeceğim. Siyahlı Kadın'a ve Jekyll & Hyde müzikaline gitmiştim.
Konuşkan bir insan değilim ama kendimi yazarak ifade etmeyi seviyorum. Veya oyun yaparak. Oyunlar da bir ifade aracı olarak kullanılabiliyor. Belki böyle sanatsal-sepetsel oyunlar yapmayı tam olarak bu yüzden bu kadar çok seviyorum?