Tuesday, April 28, 2009

Birkaç sevimli şey

Canım yazı yazmak istemiyor. Önceki yazımda, sonraki yazımda bahsedeceğimi söylediklerimi biraz erteleyeceğim.


Dün okula kampüsteki ormanımsı yerden giderken bu iki bobiyi ve annelerini gördüm, fotoğraf makinemin yanımda olmasına sevindim. Yavru hayvanların fotoğraflarını çekmeyi seviyorum.



Bu alttaki resmi de birkaç hafta önce çekmiştim, bu da araya kaynasın.




Bunlar da bir çizgiroman projem için dün çizdiğim iki resim. Alttakinin arkaplanını henüz çizmedim.

Ama bu çizgiromanı çizmekten vazgeçtim, çünkü bu çizgiromanın asıl olayı hikayesinin çok absürt ve karamizahi bir şekilde bitmesiydi. Bu çizdiğim karakterler o kadar çok sevimli oldular ki onları böyle The Perry Bible Fellowship'imsi bir hikayeye sokmaya kıyamadım. Ama ilgilenen birisi olursa hikayeyi ona devredebilirim.



Sunday, April 26, 2009

LARP hayalleri, biraz RPG

METUCON 09


Bu haftasonu METUCON'daydım, yaşadığım macerasımsı olayları anlatayım ("yaşadığım maceraları anlatayım" dedim de aklıma geldi, veya neyse, şimdi konuyu bölmeyeyim, başka bir yazıda değinirim).

Anlatacaklarımın bir METUCON 2009 incelemesi filan olmadığını, sadece maceralarımı anlatmayı sevdiğim için günlüğe bunları yazdığımı not düşeyim.

Live Action Role Play (LARP), içimde kalan uktelerden biriydi. Bu yılın METUCON'unun ilk günü için LARP, ikinci günü için de RPG kaydı yaptırmıştım. Asıl LARP'ını yapmayı istediğim karakter Arleon'dur, ama elbette o şekilde katılacağım öyle bir setting olmadığı için (alttaki yazı konusu) LARP hayalim "Arleonumsu" bir karakteri canlandırmaktı.

Ama "Eh, önce biraz LARP tecrübesi edineyim de, ondan sonra Arleonumsuyu oynarım" diye düşündüm, METUCON içerisinde oynatılacak, ilginç bulduğum LARP'lerden birisi olan Günbatımından Önce'ye kaydoldum.

Şüphesiz ki Tanrı onları uyarmıştı. Onlara dedi ki:
"Bilgi Ağacı'nın meyveleri dışındaki bütün meyveler size serbesttir."
Şüphesiz ki insanların içinde isyan etmeye meyil vardı.
Ve Yılan geldi.
Ve Havva'yı Bilgi Ağacı'nın meyvelerinden yemeye ikna etti.
Ve Adem de baştan çıkanlardan oldu.
Tanrı bunu gördü ve dedi ki:
"Biz sizi itaat etmeniz için yarattık ama siz isyankâr oldunuz."
Ve Tanrı onları Cennet'inden kovdu.
Ve Cennet'in kapısına insanların dönmesini engelleyecek bir Melek koydu.
Ve İnsanlar Dünya'ya düştüler...
***
Lilith uzun zamandır Dünya'daydı. Çocukları olmuştu. Yılan'ın rehberliğinde güzel bir yaşam sürüyordu.
Sonra Adem ve Havva geldiler. Adem Havva'yı bildi ve Havva'nın çocukları oldu. Habil Lebuda'yla evlendi. Kabil İklima'yla evlendi.
Habil Kabili kıskandı ve onu öldürüp İklimayı da karısı olarak aldı. Böylelikle ilk cinayet işlenmiş oldu.
Havva Kabil'in yerine bir oğul daha istedi. Ve Seth doğdu. Seth'in doğumuyla beraber bunu kutlamak için Konuşan Hayvanlar geldi.
Seth büyüdü ve olgunluğa ulaştığında Yılan onu baştan çıkardı. Ve Seth baba evini terketti.
Habil Lebuda'ya kötü davranıyordu. Lebuda Seth'i örnek olarak evi terketti. Ve Lilith ona kucak açtı.
Lilithin oğullarından biri annesinin yanlış yolda olduğuna karar verdi ve Adem'e sığındı. Habil İklima'yı bildi ve üçüncü nesilden ilk insan doğdu. Habil oğlunun adını Gani koydu.
İnsanlar çekişme halindeyken bir Melek geldi ve günbatımında hepsini bir araya topladı. İnsanlar, Konuşan Hayvanlar ve kimsenin tanımadığı ormandan gelen bir kadın bu toplantıya katıldı.
Melek onlara bir açıklama yaptı:
İnsanlık bir yol ayrımına gelmişti ve artık bir şeyler değişmeliydi. Yeni Gün bambaşka bir Dünya'nın üzerine doğacaktı.


Öhöm, neyse. Heyecanla rolümle ilgili gelecek mesajı bekledim. Cuma akşamı telefonuma SMS geldi: "Günbatımından Önce LARP'i adına bu mesajı atıyorum. Yarınki LARP'te maymun karakterini oynayacaksınız. Eğer koyu kahverengi veya siyah tonlarında sade giysilerle gelirseniz seviniriz."

Biraz hayal kırıklığına uğradım. Maymun mu? Ortalıkta "Uuu-uu--uu!" diye dolaşan, sürekli muz yiyen bir karakter gözümün önüne geldi. Ama sonra hikaye açıklamalarını daha dikkatlice okuyunca konuşan hayvanların yer aldığını farkettim. Rafiki tadında bi şeydi demek.

Bu rolü sevmiştim.

Ama cumartesi sabahı kalkamadım. Apar topar ODTÜ'ye yol aldım, ama çok geç kalmıştım, LARP başlamıştı ve ben gelmeyince benim yerime başkası oyuna girmişti. Henüz başlamamış bir LARP de olmadığı (ve ertesi günün de RPG'sine kayıtlı olduğum, ertesi günkü LARP'lere de giremeyeceğim) için paramı iade almaktan başka bir şey yapamayacaktım. Uff... Otobüsteyken şunları hayal etmiştim: Oyun başlamadan kısa bir süre önce yetişeceğimi, "Merhaba, ben maymunum" diyeceğimi, bana neden geç kaldığımı sorduklarında "Evrim geçiriyordum da..." yanıtını vereceğimi, oyuna ara verildiği zaman Hz. Adem - Havva'yı ve çocuklarını canlandıran oyunculara "Hepiniz benden geldiniz la" diyeceğimi...

Ama pazar günü (yani bugün) oldukça güzel geçti. Bir kısmını dün de görmüş olduğum Traffic Jam, Ragnarok, Merih Abla, Fetullah, Serenity Painted Death ve adını şu an yanlış hatırlamadığım diğer arkadaşlarımla hoş vakit geçirdim, katıldığım RPG Have a good night; New York da oldukça eğlenceliydi.

Vampire: Masquerade evreninde, günümüz New York'unda geçen bu oyundan anımı anlatayım
(anlatınca asla o kadar komik olmayacak ama olsun) :

Quest'imizde ilerleyebilmek için gerçekleştirmemiz gereken bir ayin için Hygl Kolyesi diye bir nesneye ihtiyacımız vardı. Arkadaşlarım diğer nesnelerin peşindeyken benim Ventrue'm bu kolye için New York'un koleksiyoncularıyla iletişim halindeydi. Bu kolyenin sadece George adındaki bir koleksiyoncuda olduğunu öğrendim, gecenin o saatinde George'u aradım, George o saat için gayet uyanıktı ve beni dükkanına davet etti.

Kolyeyi almak için nakit paraya ihtiyaç duyacağımı düşünerek içerisinde $ 80,000 bulunan kasamdan $10,000 aldım. Tüm paramı bu quest için harcamak saçma olacaktı, eğer kolye alamayacağım kadar pahalıysa çek yazmayı teklif edecek, eğer o da işe yaramazsa quest'in hayrı için adam üzerinde intimidation/presence kullanacaktım.

Beni neyin bekleyeceğini merak ederek dükkana girdim ve uzaktaki bir masanın başındaki George'un yanına geldim. Bana dedi ki
-Sen vampir misin?
Adamın masquerade hakkında bilgi sahibi olduğunun farkında, gülümseyerek "Evet" dedim ve kolyeyi sordum.
-Benim vampirlerle işim olmaz!
diyerek öne çıktığında adamın kollarından ve göğsünden kılların fışkırdığını farkettim: George bir kurtadamdı ve bu evrende bir kurtadam, kalabalık bir vampir grubunu bile altedebilir. Geriye doğru çekildim, kapıya koşmaya başladım, ama o çok hızlıydı, hemen önüme geçti:
-Belki de vampirlerle işim olur?
Cebimden paraları çıkardım,
-Eğer yardımcı olursan zaten seni ödüllendireceğiz!
-Ne?? Para istediğimi mi sanıyorsun? Bu bana yapılan bir hakaret!
-Eöö, şaka yapmıştım,
diyerek parayı geri soktum.
Yakın bir bölgedeki terkedilmiş bir binayı yakmam karşılığında (kurtadam o arsaya sahipmiş, ama o binanın orada olmaması gerekiyormuş) bana kolyeyi vereceğini söyledi, ben de kabul ettim. Yavaş ama tedirgin adımlarla (yani sakinmiş gibi görünmeye çalışarak) çıkış kapısına kadar yürüdüm, sokağa çıktıktan sonra da koşarak kaçmaya başladım. Eheh.

Oyunun tamamını da anlatırdım, ama yazıyı çok uzatmayayım.

Bu yazıda daha pekçok şeyden bahsetmeyi düşünüyordum, Arleon LARP'i hayallerimle ilgili birkaç şeyden, yazı yazmanın kendisinden, kısa korku hikayelerinden, üzerinde çalıştığım Battle Royale RPG'sinden... Ama yazı çok uzun olmuş. Gelecek yazıya bırakayım bunları.

Thursday, April 16, 2009

"And now this is Kuğulu Park. You will see kuğus here."



Önce biraz müzik çalayım. Santana'dan Put Your Lights On gelsin. İsterseniz şarkının klibini YouTube'da da izleyebilirsiniz elbette, ama klibini şarkı kadar sevmediğimi söylemeliyim.



Avatarımdaki He Lives In You Arleon'unu neşeli bir Simba ile değiştirdim. Uzunca bir karakter analizi yapabilirdim bu iki farklı görünüş üzerine, ama yapmak istemiyorum. Fazla ciddi.

Hoş bir hafta geçiriyor olduğumu söyleyebilirim. Pazar günü sınıf arkadaşlarımla piknikteydim, pazartesi günü Burcu (ôlso novn es Çaklıt Kêt) ve Rasmus'la Kuğulu Park'a ve Anıtkabir'e gittik (pazartesi günü boş vakit bulmamı da rektörümüzün o gün Ergenekon davası için gözaltına alınmasına ve okulun, derslerin yapılamayacak hale gelecek kadar karışmasına borçluyum. Bu gözaltı hakkındaki düşüncelerimi kendime saklayayım.), dün de (Çarşamba) yine bir tesadüf sonucu bir kafede karşılaştığım birkaç Voltran arkadaşlarımla (tamam, arkadaşlarımın sürekli aynı kafeye gidiyor olması, orayı ev olarak benimsemeleri gerçeği yadsınamaz, ama onlarla çarşamba günü karşılaşmayı beklemiyordum) sinemaya, Knowing'e gittik. Bu ders döneminin geri kalanında epey boş saatim olacak.



Planlarım arasında kendime bir sanal kart almak var. Yarın (yani bu sabah) bir Garanti şubesine gidip hesap açtıracağım, ama kötü olan şu ki nasıl hesap açtırılacağını bilmiyorum. Bu konuda oldukça n00b'um. Ailemden yardım istemeye de çekiniyorum. Bakalım n'apıcam? Go Daddy'den host ve domain ve DeviantArt'a Premium Access almayı çok istiyorum. Önceden banka havalesi ile satın aldığım yurtiçi host ve domain hizmetinden memnun kalmamıştım. CoolBluegames.com'la beraber sahip olduğum admin@coolbluegames.com mail adresini zaten son aylarda mail yollamak için hiç kullanamıyordum, çünkü benimle aynı yerden domain-host-mail hizmeti alan gerizekalının teki elindeki hizmeti bir spammer yaratmak için kullandığı (başka bir deyişle, kendi websitesine ziyaretçi çekmek için elaleme spam mail yollayan mallardan birisi olduğu) için CoolBlue Games'in de mail hizmetini barındıran ana sunucunun IP'si Yahoo, Hotmail filan tarafından spammer olarak algılanıyordu. Eğer aynı sorunu GoDaddy'den alacağım yerde de yaşarsam flüt gibi ortada kalacağım ama. (acaba ben de mi spammer kursam? "Play games like cillop bedava!")



Yazılım projelerim Modus Ponens ve Ahmet's Basic Function Grapher üzerine yoğunlaştım. Fonksiyon çizdiricide korkunç bir hataya rastladım: x*x*x gibi birden fazla çarpım içeren ifadelerin sadece ilk çarpımını algılıyormuş. x^3=y^2 ile x*x*x=y*y grafiklerinin farklı çıkıyor olması ciddi bir hatanın varlığına işaret ediyordu, meğerse ifadeyi ifadede çarpı karakteri kalmayana kadar işleyecek döngüyü eklemeyi unutmuşum. İyi ki bu kadar gerzekçe bir hatayı programı yayınladıktan sonra fark etmemişim. Kullanıcıya hatalı veri sunan defolu yazılımlar geliştirmek fikri beni endişelendiriyor.







Bugün Voyager Golden Records'ın (dünyadışı varlıklara dünyamızı anlatan bir mesaj niteliğindeki kayıtlar) içindeki ses kayıtlarını dinledim. Greetings in 55 languages'ın 1:40-1:45 arasını dinleyin. Keşke uydunun içerisinde kutu açıldıktan sonra aktif hale gelecek bir kamera da yerleştirselerdi, uzaylıların o kısmı dinlerken ne yapacaklarını çok merak ediyorum ("Sabah derken?"). Keşke bir de Bıyıklı Kadın'ın çaldığı DIN DIN DINNN! da yer alsaydı.



Bugün Oyungezer'in DVD'sinde gördüğüm iki ücretsiz oyun, Don't Look Back ve Pathways ilgimi çekti. Minimalistik ve deneysel tasarımları ile eski bir Oyunlarda Anlam Arayışları yazımda anlattığım oyunlara benziyorlardı.

Terry Cavanagh'ın websitesinden edinebileceğiniz bu oyunlardan Pathways, geri dönüşü olmayan kararlarımızın hayatımızı nasıl değiştirdiğini anlatıyor. Oyunun sevmediğim yönü, tercih ettiğimiz yolların bizi nasıl bir karara götürdüğünün önceden anlaşılmasının bazı yerlerde imkansız olması. Tamam, dümdüz ilerlemenin "Ben bir şeyi değiştirmek istemiyorum" veya "Buradan çıkmak istiyorum" demek olmadığını ilk başta anlayamamam benim suçum olabilir, ama o gittiğim yolun beni askerliği tercih etmeye götüreceğini anlamak imkansızdı. Yaptığımız şey genellikle bir karar vermek değil de, farklı bir yoldan gidip nasıl bir karara/sona ilerlediğimizi keşfetmek olmuş genellikle. Storyteller bu konuda çok daha üstündü.

Don't Look Back ise, oyunun ismi dışında hiçbir metne sahip olmadığı halde hikayesini başarılı bir şekilde anlatan eğlenceli bir platform oyunu. "Başarılı" sıfatı tartışılabilir, çünkü oyunda belli bir noktaya ilerleyene kadar amacımızı, başlangıçtaki mezarın oyunla ilgisini anlayamıyoruz (ben olsaydım karakterin amacı hakkında ipucu veren birkaç görsel hazırlardım).

Spoiler'ımsı bir yorum: Eğer Antik Yunan mitolojisine ilgi duyuyor ve/veya Sandman: Fabllar ve Düşler'i okuduysanız "Aaa!" diyeceksiniz.

Neyse, çok uzun yazmışım yine.

Sunday, April 12, 2009

Neşeli bir piknik

Neşe, kelimelerle nasıl anlatılabilir?


Gün boyu kahkahalarla gülmemin diyaframıma verdiği ağrıyı sade sözlerle ve "neşe" kelimesini kullanarak nasıl anlatabilirim? Sınıf arkadaşlarımla Mogan Gölü'ndeki pikniğimizden sonra servisle şehir merkezine giderken yaptığımız geyikleri, eskimiş servis aracımızın bir Doğan marka araba ve sonra servisten indikten sonra evine koşarak giden bir Barış tarafından geçilmesini burada anlatsam servis aracının her köşesine yayılmış olan gülme gazı etkisini size nasıl yansıtabilirim? Göldeki pedallı sandallardaki maceramızı bizi yargılamadan dinleyip gülebilir miydiniz?



Bu çektiğim güzel fotoğrafın, ağaca takılan bir uçurtmayı kurtarma çabaları sırasında uçurtmayı ağaçtan çıkarmaya çalışan arkadaşlarımın ve izleyici arkadaşlarımın geçirdiği gülme krizini yansıtamaması beni başarısız mı kılar?


Yakın bir zamanda uzun bir yazı yazarım.

Thursday, April 9, 2009

"Ben bu topluma ne yaptım?" ve "Niye bu kadar ciddi?"

Birkaç ay önce yakın bir arkadaşım olan Night Eagle'ın Oyungezer'in IRC kanalında, foruma o gün atılan mesajlar için söylediği bir söz geliyor aklıma şu sıralar:
"Ben bu foruma ne yaptım?!"

Arkadaşımı sinirlendiren şey, bazı siyasi ve felsefi içerikli başlıklara ("Türkiye'yi neler bekliyor?", "Neredeyse Bir Balina" başlıkları özellikle) önceden yazılan onca şeye rağmen, ırkçı tabanlı ve bilimsel bir konuyu dinî bir bakış açısıyla eleştiren mesajların o gece iyice yoğunlaşmasıydı. Bu tepkisini abartılı ve manasız bulmuştum, sonuçta forumdaki kimse "Ufff, Night bize çok kötü bir şey yaptı, hadi onu sinirlendirmek için ırkçılık ve yobazlık yapalım" demiyordu. Ama sonra aynı düşünceyi, gördüğüm ve okuduğum şeylerden sonra toplum için hissetmeye başladığımı gördüm:

"Ben bu topluma ne yaptım?!"

Biraz daha açık olmam gerekirse, sizi Sir Aenas'ın Dengesizlik yazısına, Dengesizlik'teki yorumumda da atıfta bulunduğum Ekşi'deki Türklerin meslek yorumları başlığına, Çağlayan'ın Sokakta Öpüşmek yazısına ve Çağlayan'ın yazısına ek olarak da bu haftanın Penguen'inin Muşmula köşesinin ilk haberine (Kemer'deki aşıklar heykelinin hurdalığa kaldırılması) ve Patates Baskı/Otopsi Raporu'na (hijyenik bekaret trajikomedisi) yönlendirmekle yetineceğim.

Yakın çevremdeki insanlar, o eleştirdiğim insanlardan (mesela erkek arkadaşının kendisine tecavüz etmesini "sahip olunmak", "kirlenmek" ve bir erkeğin doğal hareketi olarak gören kızlardan, erkek olmanın kendisine üstün özgürlük getireceğine inanan erkeklerden, sürekli ne kadar dolgun bir aşk hayatının olduğunu anlatıp da Rusya ülkesinin adını duyunca aklına Rusya'daki hayat kadınlarından veya Rus kızlarının cinsel özgürlüğünden başka bir şey gelmeyen denyolardan) olmadığı için kendimi şanslı hissetsem de, bizlerin de aslında toplumu oluşturan bireyler olduğu gerçeği sürekli aklımda olsa da bazı anlar geliyor ki kendime o soruyu sormadan edemiyorum: Ben bu topluma ne yaptım?


Neden bu kadar ciddisin?

Bu sözü Joker'in Türkçe bir dublajla söylediğini hayal edin. Başarısız bir dublaj olsun; dublaj sanatçısı, sesinin Ledger'ın yaptığı gibi ürkütücü bir palyaço sesine filan da çevirmesin. Yazının ikinci kısmının başlığını sese dönüştürecek olursak, ortaya çıkan ses bu olurdu. Nightingale'la (Night Eagle) The Dark Knight'a gittiğimiz gün yaptığımız geyiğin komikliğini buraya tamamen aktarabilseydim keşke.

Ama bence "Niye bu kadar ciddi?" gayet güzel bir Türkçe cümle.



Ciddi olmak istemiyorum. Toplumu ve toplumun sorunlarını düşünmek istemiyorum. Seçmenlerini seçim öncesinde çek dağıtarak satın almaya çalışan ve üstüne üstlük dağıttığı çekler de karşılıksız çıkan bir partinin iktidarda olduğunu, uluslararası alanda beni temsil ettiğini düşünmek istemiyorum. Şu anki tarih biliminin geçen yüzyılın Osmanlı yönetimi hakkında söylediklerinin aynısını bir yüzyıl sonra günümüzdeki yönetim için söyleyeceğini öngörmeyi istemiyorum. Gezegenin uzak bir köşesine gitmeyi ve tüm bu olan bitenleri sanki ben Quake Live'ın genişçe bir uzay arenasının uzak bir köşesine yerleşmişim de silah seslerinin bana ulaşamayacağı kadar uzaktaki savaşları zoom yaparak izliyormuşum gibi izlemeyi istiyorum. Quake Live oynarken "One minute warning" uyarısını duyduğumda aklıma gelen şeyin sadece komik olmasını istiyorum.

İstiyorum.



Bu yazıda da aslında bana komik gelen birkaç şeyden bahsedecektim, ama gelecek yazımda bahsederim artık.