Bakalıım, neler olmuş.
Biraz önce arkadaşlarımla beraberdim, oldukça güzel vakit geçirdim (sağdaki fotoğrafı çeken Neox). Geçen günkü nargile de güzeldi. Oyungezer forumları ile olan ilişkimi uzun bir süre önce kesmiş olmam arkadaşlarımla görüşmeyeceğim veya dergiyi de almayı bırakacağım anlamına gelmez.
Arkadaşlarımın yanındayken kendimi olmak istediğim kişi gibi hissediyorum.
Geçen gün staj mülakatında yaşadığım (daha doğrusu çok sık bir şekilde yaşadığım, mülakatta tekrar yaşadığım) sıkıntı kendimi kendim gibi hissedememem. Bazen kendimi başarısız, bilgisiz, yeteneksiz ve çirkin bir insanmışım gibi hissediyorum ve aynaya bakmak bile beni rahatlatmıyor, sanki aynadaki ben değilmişim gibi. Eskiden bana ben öyleymişim gibi davranan, beni öyle hissettiren insanlarla artık ilişkim kalmamış olmasına rağmen kendime olan güvenimi tamamen oturtamadım henüz, görünüşe göre. Yoksa insanlarla kurduğum iletişimim daha iyi bir noktaya gelebilirdi.
Geçen haftalarda okul pikniğine gitmeden önce çekilecek yeni fotoğraflara yer kalması için dijital fotoğraf makinemdeki resimleri sildim, ama bazı resimlerin yedeğini almayı veya onları koruma altına almayı unutmuşum. Ablam ve Ezgi'yle doğumgünümde çektiğim resimler de arada gitmiş, içime oturdu.
Kedigiller Ankara'ya geldiği zaman Anıtkabir'de çektiğimiz fotoğraflardan birisi.
--
Bir de geçen hafta Ahmet's AGS Fight Game'in 2009 sürümünü çıkarmıştım, kaza yaptıktan sonra ondan bahsetmeyi unuttum. Yayınladığım şeyin önemli olan kısmı kaynak kodları, ama eğer kaynak kodunu yayınladığım oyunun nasıl bir şey olduğunu merak ediyorsanız oyunun derlenmiş hali burada.
--
Geçen gün Thales'in blogunda şu yukarıdaki görseli gördükten sonra aklıma bir espri geldi: "Bnlar ne yhaa! Turqche konu$" söylemi, gotik alfabesi ve ilanda görülen insanın yüzüne yapılacak komik bir makyajla bir ilan hazırlamak. O kadar kötü bir espri değil ("Aslında fena bir espri değil ama niye kimse gülmedi anlamadım"), ama sonra sadece "Turqche konu$"u yazarken bile içim cız etti. Cız! Çıkan ses buydu.
--
"Gord10" nick'inden nefret ediyorum. Ama bu nick'i o kadar uzun bir süre kullandım ki (o zamanlarda bile bu nick'i kullanma nedenim aynıydı, komik) insanlar beni bu isimle tanıdı, hatırlamaya alıştı. Lorean'ı tercih ederdim. Arleon'u değil, çünkü kendimi nadiren Arleon nickine layık hissediyorum. Olmak istediğim kişi gözümde o kadar büyük bir değere sahip ki o nick'e sahip olup da sadece sıradan, basit insanların yapması gereken şeyleri yapmak bana bir forumda Atatürk avatarına sahip bir üyenin bozuk bir Türkçeyle trollük yapması gibi absürt görünüyor. (tamam, bu ikinci durum çok daha absürt, ama ne demek istediğimi anlamış olmalısınız)
----
Bu da Life of Brian adlı filmin sonu. Hayır, filmin sonunu bilmek filmden alacağınız zevki azaltmayacak (belki Hıristiyan inancında Hz. İsa'nın çarmıha gerildiğini bilmiyorsanız o zaman spoiler olabilir) ("Uff, oğlum, The Passion of the Christ'ın sonunda İsa çarmıha geriliyormuş!"), içiniz rahat olsun. (İngilizce altyazılar olmadan ne dediklerininin bir kısmını anlayamadığımı itiraf etmeliyim)
Bir de embedding'i kapalı olan şu video var, Ragnor'un bugün bahsettiği Robot Chicken'ın Star Wars bölümü gerçekten çok güzelmiş.
Saturday, October 31, 2009
Friday, October 23, 2009
Thursday, October 22, 2009
Kaza
Öncelikle şunu söyleyeyim, sağlık durumum iyi. Ayak bileğimde sıyrık var, o kadar. Bu kaza çok daha kötü bir şekilde de sonuçlanabilirdi.
Bu sabah bana araba çarptı.
Sabah okulun semt servisine ulaşmam için özellikle o saatte arabaların vızır vızır geçtiği bir caddeyi geçmem gerek (aslında daha güvenli ama uzun bir yol var, artık orayı kullanmaya başlasam fena olmayacak gibi). Uykusuzdum, sabah laboratuarına yetişeceğim diye dikkatsiz davranıp yolu hızla geçmeye kalktım. Hızla hareket ederken yolun ortasında dengemi kaybetip devrildim, bu bana çok önemli birkaç saniye kaybettirdi. Kalktığımda bir araba hızla üzerime geliyordu, arabanın yönünü değiştirmeyeceğini varsayarak ileriye, geçmem gereken kaldırımın yönüne doğru bir adım attım. Arabayı süren kişi varsaydığım gibi davranmayıp aracı sağa kırdı (yani tam benim hamle yaptığım yeri engelleyecek şekilde), bunu fark ettiğim an hemen tekrar geriye çekildim ve o araç bana temas etmeden yanımdan hızla geçti. Yapmam gereken şeyin o cadde üzerinde daha fazla vakit kaybetmeden kaldırıma geçmek olduğunu düşündüm ve kaldırıma doğru atıldım. Aklıma Yaya Tehlikede gelmişti.
İkinci bir araba daha üzerime geliyordu. Araba yavaşladığı ve ben hemen ileriye atladığım için ikinci arabayla olan temasım, arabanın dikiz aynasının sağ koluma çarpmasıyla sınırlıydı. Çarpış sert değildi, ama bu beni devirmeye yetti.
Devrildiğim nokta zaten kaldırıma o kadar uzak olmadığı için devrildiğim yerden kaldırıma zıplamak (aslında "zıplamak" yerine daha epik bir kelime kullanabilirim) çok zor olmadı. Kaldırıma düştükten sonra ("kondum" diyemem, nasıl bir zıplayış olduğunu hayal edin) ilk yaptığım şey nefes almak için kaldırımın kenarına oturmak oldu ("kaldırımın kenarı" dediğim tabi ki araba yolu kenarı değil, öbür kenarda oturulacak yer var).
Bütün bu anlattıklarım çok kısa bir süre içerisinde gerçekleşti.
Oturduğum yerde etrafımda bir kalabalığın oluşması uzun sürmedi. Bana nasıl olduğumu, acı duyup duymadığımı filan sordular işte. Tuhaf olan şey, arabanın bana çarptığı kısım (sağ kolum ve torsomun sağ kısmı) çok az ağrırken sol ayak bileğimin sağ tarafının yaralanmış olmasıydı. Sadece orası acıyordu, ama beni yürümekten veya ayağımı hissetmekten alıkoyacak bir yara değildi. Ne olur ne olmaz diye ambulans çağırdılar, bense buna gerek olmadığını, okulda lab'a girip ödevimi teslim ettikten sonra hastaneye kendim kontrole gideceğimi söylesem de kamuoyu böyle düşünmüyordu (heh).
Komik/trajikomik olan şey, oradaki insanlar benim o kazanın heyecanı içinde şok veya epilepsi nöbeti filan geçirdiğimi sandılar, çünkü ben normalde yabancı insanlarla (hatta bazen arkadaşlarımla) konuşurken o kadar heyecanlanıyorum, cümle kurmakta zorlanıyorum ki... Normal konuşmamın zaten o şekilde olduğuna, nöbet filan geçirmediğime onları ikna etmede zorlandım.
Ambulans uzun süre gelmeyince sonra bana çarpan arabanın sürücüsü ve servis yerinde bekleyen öğrencilerden birisi olan komşumun çocuğuyla beraber Başkent Hastanesi'ne gittik (itiraf etmeliyim, aynı okula gittiğimiz komşumu bugüne kadar pek sevmezdim, onunla hiç muhabbetimiz yoktu, ama benim için kendi dersinden oldu ve hastanede benimle o kadar ilgilendi ki ona epey borçlu kaldım).
Acilde ayak bileğimi incelediler, bileğin filmini ve benim EKG'mi çektiler, alkollü olup olmadığımı ölçtüler (%0.0 promilli çıktım, uzun bir süredir içmemiştim). Kırık, ezilme benzeri ciddi bir yaramın olmadığını gördükten sonra rapor alıp okula gittik (sürücü, benimle komşumu okula bıraktı). Doğrusunu söylemek gerekirse "Hii, yaralandım, hastayım, bu yüzden derslerden uzak kalmalıyım" düşüncesini rahatsız edici buluyorum, eskiden zaten yeteri kadar çalışmalarımdan geri bıraktı beni bu.
Ayak bileğimdeki yaranın nasıl gerçekleştiğini tam olarak anlayabilmiş değilim hâlen. O birkaç saniyelik aksiyonda adrenalim o kadar yükselmiş ki o yaranın ne zaman gerçekleştiğini fark ettirebilecek herhangi bir acı hissetmedim. Etrafımda toplanan insanların ve sınıf arkadaşlarımın teorisi bileğimin araba tarafından ezilmesi, ama çantamın içindeki güneş gözlüğümün sert metal kabının yamulduğunu, bildiğiniz şaftının kaydığını görünce (ufak bir alan üzerindeki tekerlek izi de ne olduğunu açıklıyor) tekerleğin bileğime sadece çarpığını/sıyırdığını düşünmeye başladım; o gözlük kabını o hale getiren ezilme bileğimi bu kadar sağlam bırakmazdı. O kaldırıma atladıktan sonra kaldırıma düşerek konmanın (sert bir düşüştü, ama caddenin o konumunda devrildikten sonra oraya o şekilde o kadar hızlı nasıl atlamayı başardığıma hayret ettim) sonucu olarak o yara oluşmuş olamaz çünkü hem o yaralı kısmın yere değmediğine, hem de o kadar geniş bir yaranın düşüş sonucu oluşamayacağına eminim.
Cesaretin getirdiği aptallık beni öldürüyordu.
"Geçmiş olsun" yorumlarınız için şimdiden herkese teşekkürler.
Bu sabah bana araba çarptı.
Sabah okulun semt servisine ulaşmam için özellikle o saatte arabaların vızır vızır geçtiği bir caddeyi geçmem gerek (aslında daha güvenli ama uzun bir yol var, artık orayı kullanmaya başlasam fena olmayacak gibi). Uykusuzdum, sabah laboratuarına yetişeceğim diye dikkatsiz davranıp yolu hızla geçmeye kalktım. Hızla hareket ederken yolun ortasında dengemi kaybetip devrildim, bu bana çok önemli birkaç saniye kaybettirdi. Kalktığımda bir araba hızla üzerime geliyordu, arabanın yönünü değiştirmeyeceğini varsayarak ileriye, geçmem gereken kaldırımın yönüne doğru bir adım attım. Arabayı süren kişi varsaydığım gibi davranmayıp aracı sağa kırdı (yani tam benim hamle yaptığım yeri engelleyecek şekilde), bunu fark ettiğim an hemen tekrar geriye çekildim ve o araç bana temas etmeden yanımdan hızla geçti. Yapmam gereken şeyin o cadde üzerinde daha fazla vakit kaybetmeden kaldırıma geçmek olduğunu düşündüm ve kaldırıma doğru atıldım. Aklıma Yaya Tehlikede gelmişti.
İkinci bir araba daha üzerime geliyordu. Araba yavaşladığı ve ben hemen ileriye atladığım için ikinci arabayla olan temasım, arabanın dikiz aynasının sağ koluma çarpmasıyla sınırlıydı. Çarpış sert değildi, ama bu beni devirmeye yetti.
Devrildiğim nokta zaten kaldırıma o kadar uzak olmadığı için devrildiğim yerden kaldırıma zıplamak (aslında "zıplamak" yerine daha epik bir kelime kullanabilirim) çok zor olmadı. Kaldırıma düştükten sonra ("kondum" diyemem, nasıl bir zıplayış olduğunu hayal edin) ilk yaptığım şey nefes almak için kaldırımın kenarına oturmak oldu ("kaldırımın kenarı" dediğim tabi ki araba yolu kenarı değil, öbür kenarda oturulacak yer var).
Bütün bu anlattıklarım çok kısa bir süre içerisinde gerçekleşti.
Oturduğum yerde etrafımda bir kalabalığın oluşması uzun sürmedi. Bana nasıl olduğumu, acı duyup duymadığımı filan sordular işte. Tuhaf olan şey, arabanın bana çarptığı kısım (sağ kolum ve torsomun sağ kısmı) çok az ağrırken sol ayak bileğimin sağ tarafının yaralanmış olmasıydı. Sadece orası acıyordu, ama beni yürümekten veya ayağımı hissetmekten alıkoyacak bir yara değildi. Ne olur ne olmaz diye ambulans çağırdılar, bense buna gerek olmadığını, okulda lab'a girip ödevimi teslim ettikten sonra hastaneye kendim kontrole gideceğimi söylesem de kamuoyu böyle düşünmüyordu (heh).
Komik/trajikomik olan şey, oradaki insanlar benim o kazanın heyecanı içinde şok veya epilepsi nöbeti filan geçirdiğimi sandılar, çünkü ben normalde yabancı insanlarla (hatta bazen arkadaşlarımla) konuşurken o kadar heyecanlanıyorum, cümle kurmakta zorlanıyorum ki... Normal konuşmamın zaten o şekilde olduğuna, nöbet filan geçirmediğime onları ikna etmede zorlandım.
Ambulans uzun süre gelmeyince sonra bana çarpan arabanın sürücüsü ve servis yerinde bekleyen öğrencilerden birisi olan komşumun çocuğuyla beraber Başkent Hastanesi'ne gittik (itiraf etmeliyim, aynı okula gittiğimiz komşumu bugüne kadar pek sevmezdim, onunla hiç muhabbetimiz yoktu, ama benim için kendi dersinden oldu ve hastanede benimle o kadar ilgilendi ki ona epey borçlu kaldım).
Acilde ayak bileğimi incelediler, bileğin filmini ve benim EKG'mi çektiler, alkollü olup olmadığımı ölçtüler (%0.0 promilli çıktım, uzun bir süredir içmemiştim). Kırık, ezilme benzeri ciddi bir yaramın olmadığını gördükten sonra rapor alıp okula gittik (sürücü, benimle komşumu okula bıraktı). Doğrusunu söylemek gerekirse "Hii, yaralandım, hastayım, bu yüzden derslerden uzak kalmalıyım" düşüncesini rahatsız edici buluyorum, eskiden zaten yeteri kadar çalışmalarımdan geri bıraktı beni bu.
Ayak bileğimdeki yaranın nasıl gerçekleştiğini tam olarak anlayabilmiş değilim hâlen. O birkaç saniyelik aksiyonda adrenalim o kadar yükselmiş ki o yaranın ne zaman gerçekleştiğini fark ettirebilecek herhangi bir acı hissetmedim. Etrafımda toplanan insanların ve sınıf arkadaşlarımın teorisi bileğimin araba tarafından ezilmesi, ama çantamın içindeki güneş gözlüğümün sert metal kabının yamulduğunu, bildiğiniz şaftının kaydığını görünce (ufak bir alan üzerindeki tekerlek izi de ne olduğunu açıklıyor) tekerleğin bileğime sadece çarpığını/sıyırdığını düşünmeye başladım; o gözlük kabını o hale getiren ezilme bileğimi bu kadar sağlam bırakmazdı. O kaldırıma atladıktan sonra kaldırıma düşerek konmanın (sert bir düşüştü, ama caddenin o konumunda devrildikten sonra oraya o şekilde o kadar hızlı nasıl atlamayı başardığıma hayret ettim) sonucu olarak o yara oluşmuş olamaz çünkü hem o yaralı kısmın yere değmediğine, hem de o kadar geniş bir yaranın düşüş sonucu oluşamayacağına eminim.
Cesaretin getirdiği aptallık beni öldürüyordu.
"Geçmiş olsun" yorumlarınız için şimdiden herkese teşekkürler.
Sunday, October 18, 2009
Ateş
Bir süredir, bugün Ace'nin blogunda okuduklarımı hissediyorum: Yazmayı, konuşmayı istemek ama ne yazacağını bilmemek. Yapılması gereken şey ne yazacağımızı bilmediğimizi yazmak, sessizliğe karşı kazanılan zaferin ilk adımı bu.
Geçen neden mutlu olduğumu anlatayım (ne de olsa yeteri kadar kişiye anlattım), bu sömestırda staj yapmak istediğim yerin aradığı stajyer pozisyonlarından birisinin iyi derecede AGS bilgisi gerektirdiğini fark ettim. Temel düzeyde İngilizce ve programlama bilgisi de gerekiyor, danışman hocama transkriptimi firmaya yollama imkanım olup olmayacağını soracağım.
Şu an üzerinde çalıştığım şey, yıllar önce yaptığım Ahmet's Fight Game'i AGS'nin yeni sürümü için en baştan yapmak. Lisede yazdığım dandik kodları kullanmak istemiyorum, şimdi eskisinden çok daha gelişmiş bir oyun var elimde (bir de o eski kodların webte bulunmuyor olması, benim onları kaybetmiş olmam gibi ufak bir ayrıntı da söz konusu, eheh). Ayrıca o yeni versiyonu geliştirmem için epey bir talep gözlemledim (bir de ismimi doğru yazsalar... adım Akhmet veya Ahmed değil), bunu yapmak için geç bile kaldım sanırım.
---
Geçen gün yine AGS Community'de Onehour Competition'ı host ettim (uygun Türkçe kelime aklıma geldi), çünkü geçen haftanın kazananı ben olmuştum (evet, o kazandığım hafta da zaten inanılmaz bir mücadele sonucunda kazanılmış bir zaferdi (!)) . Oldukça eğlenceli (ve bence başarılı) geçti, çünkü benim belirlediğim temaya uygun epey katılım oldu.
----
Son haftalar psikiyatrik durumum pek iyi sayılmaz. Bu haftanın sonlarında kendimi fena hissetmedim, çünkü çalışmak için motivasyonum epey yüksekti, ama son haftalarda çok basit bir şey kendimi iyi hissetmemi zorlaştırıyor (hayır, okulla ilgili veya bloga yazılacak şey değil).
Kendimi tekrar öfkeli hissetmeye başlıyorum. "Kendini sınırlandıran tek şey kendin ve salaklıkların!" cümlesini kafamdan atamıyorum. Bir cilt doktoruna gitmeye daha başlamadığım için kendime kızmaya başlıyorum, çünkü yüzüm bu kadar sivilceli olmasaydı ancak o zaman gerçekten yakışıklı olabileceğime ve şu ankinden daha fazla kişinin benimle beraber olmak isteyeceğine inanıyorum. Önceki ders döneminde gereksiz şeylerin beni üzmesine izin vermeyip kendimi salmasaydım yaşıtlarımdan geride kalmayacağımı ... Ama ironik olan, bunu düşünürken aslında yine gereksiz şeylerin beni üzmesine izin vermiş oluyorum. Arkadaşlarımla konuşurken sesimin incelmesinden, kekelemekten nefret ediyorum; kendimi tanıdığım karizmatik insanlarla kıyaslamaktan, onların ne kadar akıcı konuşabildiğini düşünmekten alamıyorum. "Çok daha fazlası olabilirdim!"
Bu beni korkutuyor, çünkü diğer insanlara çok basit gelecek bir şeyi elde edememiş olmak beni eski halime benzetebiliyorsa o zaman ne kadar iyileşmişim ben?
Hayır... Eğer çalışmalarım aksarsa veya insanlarla olan ilişkilerimi kötüleştirecek (aklımdan geçen düşünceleri söylemek gibi) bir şey yaparsam işte o zaman yenilirim. Bu bir ateş, ama artık beni değil, önümdeki engelleri yakacak.
Geçen neden mutlu olduğumu anlatayım (ne de olsa yeteri kadar kişiye anlattım), bu sömestırda staj yapmak istediğim yerin aradığı stajyer pozisyonlarından birisinin iyi derecede AGS bilgisi gerektirdiğini fark ettim. Temel düzeyde İngilizce ve programlama bilgisi de gerekiyor, danışman hocama transkriptimi firmaya yollama imkanım olup olmayacağını soracağım.
Şu an üzerinde çalıştığım şey, yıllar önce yaptığım Ahmet's Fight Game'i AGS'nin yeni sürümü için en baştan yapmak. Lisede yazdığım dandik kodları kullanmak istemiyorum, şimdi eskisinden çok daha gelişmiş bir oyun var elimde (bir de o eski kodların webte bulunmuyor olması, benim onları kaybetmiş olmam gibi ufak bir ayrıntı da söz konusu, eheh). Ayrıca o yeni versiyonu geliştirmem için epey bir talep gözlemledim (bir de ismimi doğru yazsalar... adım Akhmet veya Ahmed değil), bunu yapmak için geç bile kaldım sanırım.
---
Geçen gün yine AGS Community'de Onehour Competition'ı host ettim (uygun Türkçe kelime aklıma geldi), çünkü geçen haftanın kazananı ben olmuştum (evet, o kazandığım hafta da zaten inanılmaz bir mücadele sonucunda kazanılmış bir zaferdi (!)) . Oldukça eğlenceli (ve bence başarılı) geçti, çünkü benim belirlediğim temaya uygun epey katılım oldu.
----
Son haftalar psikiyatrik durumum pek iyi sayılmaz. Bu haftanın sonlarında kendimi fena hissetmedim, çünkü çalışmak için motivasyonum epey yüksekti, ama son haftalarda çok basit bir şey kendimi iyi hissetmemi zorlaştırıyor (hayır, okulla ilgili veya bloga yazılacak şey değil).
Kendimi tekrar öfkeli hissetmeye başlıyorum. "Kendini sınırlandıran tek şey kendin ve salaklıkların!" cümlesini kafamdan atamıyorum. Bir cilt doktoruna gitmeye daha başlamadığım için kendime kızmaya başlıyorum, çünkü yüzüm bu kadar sivilceli olmasaydı ancak o zaman gerçekten yakışıklı olabileceğime ve şu ankinden daha fazla kişinin benimle beraber olmak isteyeceğine inanıyorum. Önceki ders döneminde gereksiz şeylerin beni üzmesine izin vermeyip kendimi salmasaydım yaşıtlarımdan geride kalmayacağımı ... Ama ironik olan, bunu düşünürken aslında yine gereksiz şeylerin beni üzmesine izin vermiş oluyorum. Arkadaşlarımla konuşurken sesimin incelmesinden, kekelemekten nefret ediyorum; kendimi tanıdığım karizmatik insanlarla kıyaslamaktan, onların ne kadar akıcı konuşabildiğini düşünmekten alamıyorum. "Çok daha fazlası olabilirdim!"
Bu beni korkutuyor, çünkü diğer insanlara çok basit gelecek bir şeyi elde edememiş olmak beni eski halime benzetebiliyorsa o zaman ne kadar iyileşmişim ben?
Hayır... Eğer çalışmalarım aksarsa veya insanlarla olan ilişkilerimi kötüleştirecek (aklımdan geçen düşünceleri söylemek gibi) bir şey yaparsam işte o zaman yenilirim. Bu bir ateş, ama artık beni değil, önümdeki engelleri yakacak.
Thursday, October 15, 2009
Sunday, October 11, 2009
Here comes the pun, doo doo doo doo; Mogan revisited
Geçen gün yine bir "1 saat içinde AGS oyunu yapma" yarışmasına katıldım. Yaptığım oyunu burada yayınlamayacağım, çünkü aşırı dandik (Study Hard bence One Hour Comp için fena değildi, dandikliğine rağmen, ama bu haftaki gerçekten dandik. Komik olan, bu haftaki temaya benim dışında sadece bir kişi daha katıldı ve onun yayınladığı şey o kadar basit ve konuyla alakasız ki bu haftanın kazananı ben olacağım). Ama o oyun için çizdiğim resim fena olmadı. Kedinin ellerinden pek memnun değilim, bu çalışmayı belki sonra geliştiririm.
----
Order of the Stick'in birkaç gün önce yayınlanan bu bölümü çok hoşuma gitti. İğrenç espri sanatının güzel örneklerini görüyoruz (evet, iğrenç espri yapmak bir sanattır).
----
Bir hafta önce Aslı'ya "Lüsid rüyaları epey ileri bir seviyeye getirmişsin, gördüğün rüyanın bilinçaltından gelen bir yansıma olduğunun farkına rüyanın içinde varıp onu yorumlamaya çalıştığına göre.. :P" demiştim. Geçen gece aynı durumu ben yaşadım, hem de daha ileri bir seviyede: Aslı'nın o hafta gördüğünü söylediği rüyanın bir kısmının neredeyse aynısını (hepsi değil, sadece bir tanesi düştü) gördüm ve rüyamın içinde düşündüğüm şey de tam olarak "Aslı'nın rüyasının aynısını görüyorum, bu rüya şu anlama geliyordu!"ydu. Ona geçen hafta "Ben rüyalara bilinçaltımıza ışık tuttukları için değer veriyorum , hatta rüyanın o kısmını görmen senin çocukken okuduğun o rüya tabirinin sonucu bile olabilir" demiştim, sanırım bu rüyamı görmemde geçen haftaki konuşmanın etkisi vardı, zira rüyamın ikinci teması da onun rüyasıyla aynıydı.
--
Biraz önce sınıf arkadaşlarımla yaptığımız piknikten geldim. Geçenki piknikte gittiğimiz aynı yere, Mogan Gölü'ne gittik. Geçen piknik kadar eğlenceli değildi (bu pikniğe gelmesini istediğim iki arkadaşım vardı, bizi çok neşelendiriyorlardı, onların yokluğunu hissettik) (bi de okusalar "Şimdi bize şebek mi demek istiyorsun?" esprisini yaparlardı, eheh), geçen piknikten dönerken gülmekten karnımız ağrımıştı (bir de piknik tamamlandığına göre "Geçen sefer gülerek döndük, bu sefer ağlayarak dönmeyiz inşallah" esprisini yapabilirim) . Ahah, yok, piknik güzeldi yine de.
Cilt doktoruna gitmeye üşenmesem fena olmayacak gibi.
Grafikleri de güzeldi, çektiğim ekran görüntülerini buraya upload ettim. (dA için bence fazla basittiler, ama yayınlamayı isteyeceğim kadar güzeller). Bir de Emre'yle dolaşırken çok güzel bir ateş sprite'ı gördük, etkileyici bir görsele sahipti. Ama o sırada yanımda fotoğraf makinem olmadığı için resmini çekemedim.
----
Order of the Stick'in birkaç gün önce yayınlanan bu bölümü çok hoşuma gitti. İğrenç espri sanatının güzel örneklerini görüyoruz (evet, iğrenç espri yapmak bir sanattır).
----
Bir hafta önce Aslı'ya "Lüsid rüyaları epey ileri bir seviyeye getirmişsin, gördüğün rüyanın bilinçaltından gelen bir yansıma olduğunun farkına rüyanın içinde varıp onu yorumlamaya çalıştığına göre.. :P" demiştim. Geçen gece aynı durumu ben yaşadım, hem de daha ileri bir seviyede: Aslı'nın o hafta gördüğünü söylediği rüyanın bir kısmının neredeyse aynısını (hepsi değil, sadece bir tanesi düştü) gördüm ve rüyamın içinde düşündüğüm şey de tam olarak "Aslı'nın rüyasının aynısını görüyorum, bu rüya şu anlama geliyordu!"ydu. Ona geçen hafta "Ben rüyalara bilinçaltımıza ışık tuttukları için değer veriyorum , hatta rüyanın o kısmını görmen senin çocukken okuduğun o rüya tabirinin sonucu bile olabilir" demiştim, sanırım bu rüyamı görmemde geçen haftaki konuşmanın etkisi vardı, zira rüyamın ikinci teması da onun rüyasıyla aynıydı.
--
Biraz önce sınıf arkadaşlarımla yaptığımız piknikten geldim. Geçenki piknikte gittiğimiz aynı yere, Mogan Gölü'ne gittik. Geçen piknik kadar eğlenceli değildi (bu pikniğe gelmesini istediğim iki arkadaşım vardı, bizi çok neşelendiriyorlardı, onların yokluğunu hissettik) (bi de okusalar "Şimdi bize şebek mi demek istiyorsun?" esprisini yaparlardı, eheh), geçen piknikten dönerken gülmekten karnımız ağrımıştı (bir de piknik tamamlandığına göre "Geçen sefer gülerek döndük, bu sefer ağlayarak dönmeyiz inşallah" esprisini yapabilirim) . Ahah, yok, piknik güzeldi yine de.
Cilt doktoruna gitmeye üşenmesem fena olmayacak gibi.
Grafikleri de güzeldi, çektiğim ekran görüntülerini buraya upload ettim. (dA için bence fazla basittiler, ama yayınlamayı isteyeceğim kadar güzeller). Bir de Emre'yle dolaşırken çok güzel bir ateş sprite'ı gördük, etkileyici bir görsele sahipti. Ama o sırada yanımda fotoğraf makinem olmadığı için resmini çekemedim.
Thursday, October 8, 2009
Study Hard
3'üncü sınıfın ilk iki haftası güzel geçti.
----
Geçenlerde "Acaba benim şu beğenilen Stargazers'ım hiç internette başka bir yerde yayınlanmış mıdır" diye merak edip arattım, burada kullanılmış ("Have a nice weekend my friend"i sayfada aratın, daha kolay bulursunuz). Deviantlar bu izinsiz kullanım durumlarında genellikle sinirlenirler, çalışmalarının kaldırılması için çalışırlar, vesaire; ama bu beni mutlu etti. Kullandığım stok fotoğrafları da bana olsaydı sanırım yine kızmazdım, çünkü kimse o çalışmanın kendisine ait olduğunu iddia etmemiş veya eser üzerinden para kazanmamış. Eğer birileri "Have a nice weekend my friend" kartpostalı niyetine arkadaşlarına benim çalışmamı gönderiyorsa bence bu sanatçı olarak başarılı olduğumu gösterir.
---
Geçen hafta AGS'deki bir oyun yapımı yarışmasına katıldım; 1 saat içerisinde belli bir tema üzerine oyun yapma. Tema Studying'di, benim çalışmam Study Hard da işte burada. Birinci olmayı başaramasam da oy ve pozitif yorum toplamayı başardım.
Study Hard çok kısa bir oyun, grafikleri Photoshop'ta düzenlemek de onları kağıda çizdiğimden daha uzun bir zaman aldı (hatta görsel bir hatayı sonradan fark ettim, ama sonra düzenlemek de istemedim. İlk yayınlanan halini sunmak istiyorum). Evet, toplam bir saatte öyle oyunlar yapılabiliyor.
--
Geçenki Bale ve Joker videom YouTube'da 1/5 notuna sahip. Teknik olarak çok başarılı olmasa da bence yine de komik bir şey yapmıştım. Bence o video bu montemden daha komikti.
--
Büyük ölçekli bir projenin başlangıcında düzgün bir tasarım yapmamak ileride olumsuz sonuçlar doğuruyor.
Tasarımın önemini cümle kurarken bile görüyorum. Aklınızda sadece uzun bir cümleyle ifade edilebilecek kadar karmaşık ve uzun bir düşünce vardır. Eğer herhangi bir cümle tasarımı uygulamadan aklınıza gelen ilk kelimelerle paldır küldür cümleye başlarsanız cümlenizin devamında elinizin silgiye, backspace'e gitmesi kaçınılmaz olacaktır. Zamanınızın büyük kısmını cümlelerin öğelerinin yerlerinin değiştirilmesine harcadığınızı fark edersiniz.
Battle Royale RPG'mde de bunu gördüm, bottom-up bir yaklaşımla oyuna başladığım için oyunun kodları o kadar karışık bir hale geldi ki artık oyun üzerinde "Bitse de emeğim boşa gitmese" diye çalışmaya başladım. Bu ayın sonuna kadar onu oynanabilir bir hale getirmek (şu an aslında oynanabilir, ama tam bir oyun olmak için eksikleri var) niyetindeyim, bu dönem sonunda ATOM'da staj yapmak ve CV'me de bu oyunu koymak istiyorum çünkü (bu yaz hiçbir yerde staj yapamamış olmak içime çok oturuyor).
Daha bu iki haftada bile Nesne Yönelimli Programlama dersinde öğretilenler bana ilk başta nefis bir tasarım yapmış olabileceğimi gösteriyor, ama şu anda hazırladığım sistem o kadar karmaşıklaştı ki kör şeytan "Şu ana kadar yazdığın her şey sadece birer tecrübe olsun, her şeyi baştan ve düzgünce yap" diyor, ama bir ay içinde de şu ana kadar geldiğim noktaya gelmem imkansız. Bu ay içinde bu yarattığım canavarla mücadele etmem en mantıklısı, Reverie River: Self beni ne kadar heyecanlandırsa da. (2004 yapımı Asporia: Gizli Tehdit bile RR oyunlarından daha çok mühendislik içeriyordu. RR'larda kendimi film yönetiyor gibi hissediyorum.)
---
Defterimdeki çizimlerden sevdiklerimi yayınlayım.
Elfimsi bir kız. İlk çizdiğim resim (yüz hatları, saçları ve gözleri vardı) harika olmuştu, sonra yanağının eğimini ufak bir şekilde değiştirmek istedim ama daha kötü oldu. Sonra o kötü olan yeri silmeye çalışınca kirli silgi kızın yüzünü mahvetti. Kirlenen yerleri de sildiğimde resmin en güzel parçaları silinmiş-kirlenmişti. Aynısını tekrar tekrar çizmeye çalıştım, ama anca bir üstteki kadar güzel oldu.
@Adra: O kaynak kodları derlemeyi bir türlü başaramadım. Irrlicht'in kendi örneklerinden çok farklı kodlarla yazılmış, Irrlicht örneklerini VC++'da derlemekte sorun yaşamazken bunda anlamadığım hatalarla karşılaşıyorum. Kaynak koddaki kod parçalarını veya kütüphaneleri kendi yarattığım Irrlicht projelerine veya örneklerine eklemeye çalışınca derleme işlemi hata vermeye başlıyor. Sadece algoritmayı taklit edebilmek için bile sadece o uzay ekranına gelene kadar sayfalarca kodun çevrilmesi gerekiyor, bu kadar zor olacağını tahmin etmemiştim.
@Thλles: O gif'i yapmayı başardım. Hareketsiz durumu, animasyon ve başlangıç frame'inin 4 saniye görünüp sonra animasyona geçtiği bu versiyon. Bu 4 saniyeyi değiştirebilirim.
----
Geçenlerde "Acaba benim şu beğenilen Stargazers'ım hiç internette başka bir yerde yayınlanmış mıdır" diye merak edip arattım, burada kullanılmış ("Have a nice weekend my friend"i sayfada aratın, daha kolay bulursunuz). Deviantlar bu izinsiz kullanım durumlarında genellikle sinirlenirler, çalışmalarının kaldırılması için çalışırlar, vesaire; ama bu beni mutlu etti. Kullandığım stok fotoğrafları da bana olsaydı sanırım yine kızmazdım, çünkü kimse o çalışmanın kendisine ait olduğunu iddia etmemiş veya eser üzerinden para kazanmamış. Eğer birileri "Have a nice weekend my friend" kartpostalı niyetine arkadaşlarına benim çalışmamı gönderiyorsa bence bu sanatçı olarak başarılı olduğumu gösterir.
---
Geçen hafta AGS'deki bir oyun yapımı yarışmasına katıldım; 1 saat içerisinde belli bir tema üzerine oyun yapma. Tema Studying'di, benim çalışmam Study Hard da işte burada. Birinci olmayı başaramasam da oy ve pozitif yorum toplamayı başardım.
Study Hard çok kısa bir oyun, grafikleri Photoshop'ta düzenlemek de onları kağıda çizdiğimden daha uzun bir zaman aldı (hatta görsel bir hatayı sonradan fark ettim, ama sonra düzenlemek de istemedim. İlk yayınlanan halini sunmak istiyorum). Evet, toplam bir saatte öyle oyunlar yapılabiliyor.
--
Geçenki Bale ve Joker videom YouTube'da 1/5 notuna sahip. Teknik olarak çok başarılı olmasa da bence yine de komik bir şey yapmıştım. Bence o video bu montemden daha komikti.
--
Büyük ölçekli bir projenin başlangıcında düzgün bir tasarım yapmamak ileride olumsuz sonuçlar doğuruyor.
Tasarımın önemini cümle kurarken bile görüyorum. Aklınızda sadece uzun bir cümleyle ifade edilebilecek kadar karmaşık ve uzun bir düşünce vardır. Eğer herhangi bir cümle tasarımı uygulamadan aklınıza gelen ilk kelimelerle paldır küldür cümleye başlarsanız cümlenizin devamında elinizin silgiye, backspace'e gitmesi kaçınılmaz olacaktır. Zamanınızın büyük kısmını cümlelerin öğelerinin yerlerinin değiştirilmesine harcadığınızı fark edersiniz.
Battle Royale RPG'mde de bunu gördüm, bottom-up bir yaklaşımla oyuna başladığım için oyunun kodları o kadar karışık bir hale geldi ki artık oyun üzerinde "Bitse de emeğim boşa gitmese" diye çalışmaya başladım. Bu ayın sonuna kadar onu oynanabilir bir hale getirmek (şu an aslında oynanabilir, ama tam bir oyun olmak için eksikleri var) niyetindeyim, bu dönem sonunda ATOM'da staj yapmak ve CV'me de bu oyunu koymak istiyorum çünkü (bu yaz hiçbir yerde staj yapamamış olmak içime çok oturuyor).
Daha bu iki haftada bile Nesne Yönelimli Programlama dersinde öğretilenler bana ilk başta nefis bir tasarım yapmış olabileceğimi gösteriyor, ama şu anda hazırladığım sistem o kadar karmaşıklaştı ki kör şeytan "Şu ana kadar yazdığın her şey sadece birer tecrübe olsun, her şeyi baştan ve düzgünce yap" diyor, ama bir ay içinde de şu ana kadar geldiğim noktaya gelmem imkansız. Bu ay içinde bu yarattığım canavarla mücadele etmem en mantıklısı, Reverie River: Self beni ne kadar heyecanlandırsa da. (2004 yapımı Asporia: Gizli Tehdit bile RR oyunlarından daha çok mühendislik içeriyordu. RR'larda kendimi film yönetiyor gibi hissediyorum.)
---
Defterimdeki çizimlerden sevdiklerimi yayınlayım.
Heyecanlı bir kedi
Elfimsi bir kız. İlk çizdiğim resim (yüz hatları, saçları ve gözleri vardı) harika olmuştu, sonra yanağının eğimini ufak bir şekilde değiştirmek istedim ama daha kötü oldu. Sonra o kötü olan yeri silmeye çalışınca kirli silgi kızın yüzünü mahvetti. Kirlenen yerleri de sildiğimde resmin en güzel parçaları silinmiş-kirlenmişti. Aynısını tekrar tekrar çizmeye çalıştım, ama anca bir üstteki kadar güzel oldu.
Arleon'umsu bir figür. Alttakinin maskesi çok hoşuma gitti.
@Adra: O kaynak kodları derlemeyi bir türlü başaramadım. Irrlicht'in kendi örneklerinden çok farklı kodlarla yazılmış, Irrlicht örneklerini VC++'da derlemekte sorun yaşamazken bunda anlamadığım hatalarla karşılaşıyorum. Kaynak koddaki kod parçalarını veya kütüphaneleri kendi yarattığım Irrlicht projelerine veya örneklerine eklemeye çalışınca derleme işlemi hata vermeye başlıyor. Sadece algoritmayı taklit edebilmek için bile sadece o uzay ekranına gelene kadar sayfalarca kodun çevrilmesi gerekiyor, bu kadar zor olacağını tahmin etmemiştim.
@Thλles: O gif'i yapmayı başardım. Hareketsiz durumu, animasyon ve başlangıç frame'inin 4 saniye görünüp sonra animasyona geçtiği bu versiyon. Bu 4 saniyeyi değiştirebilirim.
Wednesday, October 7, 2009
"hatice ile savaşmaya hazırmısın?"
Bugün böyle bir mail aldım.
"Eda ile savaşmaya ya da onun ırkına geçmeye hazır mısın ?" Bilinçaltı reklamcılık? Hadi Arkadaşım Eda'yı anladım (gerçi Eda diye bir insanla arkadaş olduğumu hatırlamıyorum ama neyse), peki hatice kim?
Ama para ödülü iyiymiş, 20.000 bin, yani 20 milyon euro.
İkinci bir mail daha var, başlığı Ekleme talebi.
Bu oyuna kaydolmadım, çünkü para ödülü düşükmüş. Ayrıca bunda Ejderha Aysel ile savaşmam gerekiyor (anladığım kadarıyla Aysel bir ejderhaymış), sanırım hatice'den daha zorlu bir düşmandır.
Dünyanın en büyük macerasına hazırmısın ?
Arkadaşınız Eda size bir öneri gönderdi.
Eski hayali bir dünyaya yolculuk.
3 Irkdan birini seçin savaşın ev yapın aile kurun hayvanları evcilleştirin ve dahası.
Birinci gelene 20.000 bin euro para ödülü.
Eda ile savaşmaya yada onun ırkına geçmeye hazırmısın ?
"Eda ile savaşmaya ya da onun ırkına geçmeye hazır mısın ?" Bilinçaltı reklamcılık? Hadi Arkadaşım Eda'yı anladım (gerçi Eda diye bir insanla arkadaş olduğumu hatırlamıyorum ama neyse), peki hatice kim?
Ama para ödülü iyiymiş, 20.000 bin, yani 20 milyon euro.
İkinci bir mail daha var, başlığı Ekleme talebi.
Ejderhalarla Savaşmaya Hazırmısınız ?
Arkadaşınız Aysel size bir öneri gönderdi.
Kurulum olmadan internet üzerinden arkadaşlarınızla dövüşün savaşa katılın.
Birinci gelen üyeye 10.000 euro para ödülü.
Aysel ile savaşmaya hazırmısın ?
Cinsiyetini seç kayıt ol savaşa başla.
Bu oyuna kaydolmadım, çünkü para ödülü düşükmüş. Ayrıca bunda Ejderha Aysel ile savaşmam gerekiyor (anladığım kadarıyla Aysel bir ejderhaymış), sanırım hatice'den daha zorlu bir düşmandır.
Monday, October 5, 2009
Subscribe to:
Posts (Atom)