Bugün yediğim dondurma. İtalyan karamelli, mavi renkliydi.
Friday, November 30, 2018
Tuesday, November 27, 2018
Opeth'le ilgili düşüncelerim
Bugün biraz Opeth hakkında konuşmak istiyorum. Bugün bir yerde ufak bir Opeth tartışması olmuştu, beni bu yazıyı yazmaya tetikleyen bu oldu.
Benim en sevdiğim gruplardan birisi (sevdiğim hiçbir şey için "en sevdiğim" demem, çünkü her şeyin yeri ayrı). Eğer diskografisini ikiye ayırırsak ilk kısımdaki albümlerin benim kalbimde ayrı bir yeri var. Morningrise ve Orchid'deki şarkılar genel olarak, nasıl isimlendireceğimi bilmediğim duyguları uyandırıyor. Nasıl isimlendireceğimi bildiğim duygular da var; sevdiğim bir insanın ölmesi (The Night and the Silent Water), sevdiğim insana veda etmek (To Bid You Farewell), sonsuza kadar seveceğime yemin ettiğim insana olan aşkım (Nectar) gibi (albümü deli gibi dinlediğim gençlik dönemimde ne çok sevdiğim bir yakınım öldü, ne de melankolik ayrılık yaşadım, yine de bu duyguları hissettirebildi).
Still Life ve My Arms, Your Hearse'da genel olarak kişisel olarak dokunan bir şey bulamasam da dinlemekten çok keyif alıyorum. Anlattıkları hikayeyi müzikle dinlemeyi seviyorum. Benighted huzur veriyor, Moonlapse Vertigo'da 2:35'te şimşekle aydınlatılmış sinirli bir aslan imgesi gözümün önüne geliyor. Demon of the Fall'da kendimi huzursuz bir hayalet-şeytan gibi hissediyorum.
Deliverance ve Damnation albümleri ruhumdaki karanlığı ve melankoliyi okşuyor. Bu iki albümü birbirinin kardeşi olarak görüyorum, 2015'te beraber remixed olmaları da bir şey anlatıyor.
Diskografinin ikinci kısmını sevmiyor değilim, ama kişisel olarak bana dokunan, duygu hissettiren veya bana bir hikaye yaşattıran şarkı sayısı az. Müzikal olarak kötü olduğunu söylemiyorum, genelinde duygu hissetmiyorum. Mikael Åkerfeldt'in gitmeyi tercih ettiği yön benim zevklerimden biraz uzaklaşıyor, ama tercihine saygı duymaktan başka ne yapabilirim? Famine'in bazı kısımları zihnimde çok net film görselleri yaratıyor, şarkının klibini çekmeyi isterdim. Voice of Treason, Pale Communion'daki beni duygulandıran tek şarkı (bir de Elysian Woes'un 3:17'deki klavye kısmı).
Sorceress albümünü dinlemekten epey keyif alıyorum. Strange Brew'da biraz kendimi buluyorum, Spring MCMLXXIV'de (evet, Google'ladım) kendimi 1974'te Woodstock'ta gibi hissediyorum (şarkı 1974'teki böyle Janis Joplin'li, Hendrix'li dönemle ilgili mi, bilmiyorum).
Müziğin teknik boyutundan çok anlamıyorum, ama sanırım çoğu kişi Opeth'in çok yetenekli müzisyenlerden oluştuğundan hemfikirdir. Black Rose Immortal'ı al, en az 5 tane farklı şarkı çıkar, o derece zengin.
Pink Martini ekibiyle tanışmıştım, umarım Opeth'le de tanışma imkanım olur.
Benim en sevdiğim gruplardan birisi (sevdiğim hiçbir şey için "en sevdiğim" demem, çünkü her şeyin yeri ayrı). Eğer diskografisini ikiye ayırırsak ilk kısımdaki albümlerin benim kalbimde ayrı bir yeri var. Morningrise ve Orchid'deki şarkılar genel olarak, nasıl isimlendireceğimi bilmediğim duyguları uyandırıyor. Nasıl isimlendireceğimi bildiğim duygular da var; sevdiğim bir insanın ölmesi (The Night and the Silent Water), sevdiğim insana veda etmek (To Bid You Farewell), sonsuza kadar seveceğime yemin ettiğim insana olan aşkım (Nectar) gibi (albümü deli gibi dinlediğim gençlik dönemimde ne çok sevdiğim bir yakınım öldü, ne de melankolik ayrılık yaşadım, yine de bu duyguları hissettirebildi).
Still Life ve My Arms, Your Hearse'da genel olarak kişisel olarak dokunan bir şey bulamasam da dinlemekten çok keyif alıyorum. Anlattıkları hikayeyi müzikle dinlemeyi seviyorum. Benighted huzur veriyor, Moonlapse Vertigo'da 2:35'te şimşekle aydınlatılmış sinirli bir aslan imgesi gözümün önüne geliyor. Demon of the Fall'da kendimi huzursuz bir hayalet-şeytan gibi hissediyorum.
Deliverance ve Damnation albümleri ruhumdaki karanlığı ve melankoliyi okşuyor. Bu iki albümü birbirinin kardeşi olarak görüyorum, 2015'te beraber remixed olmaları da bir şey anlatıyor.
Diskografinin ikinci kısmını sevmiyor değilim, ama kişisel olarak bana dokunan, duygu hissettiren veya bana bir hikaye yaşattıran şarkı sayısı az. Müzikal olarak kötü olduğunu söylemiyorum, genelinde duygu hissetmiyorum. Mikael Åkerfeldt'in gitmeyi tercih ettiği yön benim zevklerimden biraz uzaklaşıyor, ama tercihine saygı duymaktan başka ne yapabilirim? Famine'in bazı kısımları zihnimde çok net film görselleri yaratıyor, şarkının klibini çekmeyi isterdim. Voice of Treason, Pale Communion'daki beni duygulandıran tek şarkı (bir de Elysian Woes'un 3:17'deki klavye kısmı).
Sorceress albümünü dinlemekten epey keyif alıyorum. Strange Brew'da biraz kendimi buluyorum, Spring MCMLXXIV'de (evet, Google'ladım) kendimi 1974'te Woodstock'ta gibi hissediyorum (şarkı 1974'teki böyle Janis Joplin'li, Hendrix'li dönemle ilgili mi, bilmiyorum).
Müziğin teknik boyutundan çok anlamıyorum, ama sanırım çoğu kişi Opeth'in çok yetenekli müzisyenlerden oluştuğundan hemfikirdir. Black Rose Immortal'ı al, en az 5 tane farklı şarkı çıkar, o derece zengin.
Pink Martini ekibiyle tanışmıştım, umarım Opeth'le de tanışma imkanım olur.
Subscribe to:
Posts (Atom)