I noticed something today: I'm slowly forgetting how to write some English words. I'm losing my writing/speaking skills for English, because I use them more seldom than I used to. I'm not even sure if these sentences of mine are correct. Being a good reader is not sufficient to develop/keep my foreign language skills.
Have decided to write some of my following blog posts in English. In order to not only develop my skills (I'll be very grateful if you point out my mistakes) but also to present my writings to the foreign people who watch here (Did I thank you for watching me, by the way? ^_^).
I'm preparing a long post.
Saturday, May 30, 2009
Friday, May 22, 2009
Yazı sanatı
Akla gelen ve sonra da gerçekleştirilen tuhaf fikirler, #2376: Bir tür yazı sanatıyla ilgilenmeye başla. Aklına gelen bazı kelimeleri bu sanata uygun olacak şekilde yazmaya başla.
En son Melech'i yapmaya çalıştım (aslında Adramelech olmalıydı, ama kısaltmam gerekti), ama onu da yapamadım. Yeni şeyler çizdikçe buraya eklerim.
Thursday, May 21, 2009
Düşünce
Düşünceler... düşüncelerin hep en değerli şeyler olduğunu düşünürdüm. İnsanın karakterini oluşturan yapıtaşlarının.
Ama bizi biz yapan şey ne düşündüğümüz değil, ne yaptığımız, nasıl yaptığımız ve alışkanlıklarımızdır.
Gerçeğe dökülmeyen bir düşünce, öğle vakti yanan bir lamba kadar değerlidir.
---
---
Ama bizi biz yapan şey ne düşündüğümüz değil, ne yaptığımız, nasıl yaptığımız ve alışkanlıklarımızdır.
Gerçeğe dökülmeyen bir düşünce, öğle vakti yanan bir lamba kadar değerlidir.
---
---
Monday, May 18, 2009
Mahkeme kartı
Sifaus'un hikayesinin devamı niteliğinde...
---
"Mahkeme," dedi Arleon, "bana yabancı bir kavram değil. Hüküm sürdüğüm bu diyar, kendi taht odam bile benim için birer mahkeme duvarına dönüşeli uzun bir süre oldu. Burada kendimi huzurlu hissetmem gerekirdi. Asporia'nın amacı buydu, beni rahatlatmak! Ama şu pencereden gördüğümüz ağaçların parlak yeşilinin bile beni suçladığını hissediyorum. Ben gerçek bir prens gibi davranamadım, gerçek bir prens asilce davranırdı, ama yenildim, kendime yenildim, insanları kırdım ve saygılarını kaybettim.
Ama artık korkmuyorum. Bu benim, önem verdiğim insanları özleyeceğim anlamına gelse bile onlardan gerektiği zamanlarda uzaklaşmaktan kaçınmayacağım. Saçma bir tedbir, öyle değil mi? Eğer tamamen 'düzelseydim' uzak durmaya filan ihtiyaç duymamam gerekirdi. Ama bunun şu an gerektiğini biliyorum. Belki asaletin gereği budur. Sanığın da, yargıcın da kendim olduğu bu mahkemeyi belki bu şekilde bitirebilirim.
Heh. Konudan ne kadar koptum. Elbette bu Mahkeme kartının anlamı allegorik. Falında Ölüm çıkanlar kısa bir süre sonra ölmüyor. Veya Güneş majörü, kişinin başına yakın bir zamanda güneş geçeceğine veya güneş yanığı olacağına işaret etmez. Kendimi sınırlayanların farkındalığına varmak... Fala olan inancım zayıftır, ama bana bakılan Tarot kartlarının o dönemki halime uygunluğu şaşırtıcı. Bunu kart anlamlarının genelliyetine bağlamak mümkün belki, insan çoğu zaman kendi içerisinde gerçekleştirilmeyi bekleyen bir potansiyelin var olduğunu hissetmez mi? Ama hayır, falların gösterdiklerini o dönemlerde genele göre çok daha yoğun yaşadığımı itiraf etmeliyim.
Kendimi sınırlayanların farkındalığına varmak... Çok az kişiye anlattıklarımı birer fal yorumu olarak görmek şaşırtıcı. Bu kartın yorumunun içerisinde utançtan, kötü durumdan kurtulmanın ve yükselişin de bulunduğunu biliyorum, yüzümü gülümsetti Mahkeme kartı. Yükselme yolumun açıldığını görebiliyorum. Bir mahkemeyi görmenin yüzümü gülümseteceğini tahmin etmezdim.
Ve gitmeden önce, şunu bilmeni istiyorum:
Buradan ve Leviathan'dan neden bu kadar çabuk ayrıldığını anlatmıştın. Bahsettiğin tehlike beni korkutmuyor. Eğer ülkemi yıkmaya niyet edecek olanlar varsa onları savaş meydanında ağırlamaktan onur duyarım. Eğer kaderinin yolunun üzerinde olacağını düşünüyorsan o zaman git ve kaderini yaşa, umarım kaderinin iyi bir sayfasının bahsettiği yerler bu topraklardır.
Hoşça kal, prens."
---
"Mahkeme," dedi Arleon, "bana yabancı bir kavram değil. Hüküm sürdüğüm bu diyar, kendi taht odam bile benim için birer mahkeme duvarına dönüşeli uzun bir süre oldu. Burada kendimi huzurlu hissetmem gerekirdi. Asporia'nın amacı buydu, beni rahatlatmak! Ama şu pencereden gördüğümüz ağaçların parlak yeşilinin bile beni suçladığını hissediyorum. Ben gerçek bir prens gibi davranamadım, gerçek bir prens asilce davranırdı, ama yenildim, kendime yenildim, insanları kırdım ve saygılarını kaybettim.
Ama artık korkmuyorum. Bu benim, önem verdiğim insanları özleyeceğim anlamına gelse bile onlardan gerektiği zamanlarda uzaklaşmaktan kaçınmayacağım. Saçma bir tedbir, öyle değil mi? Eğer tamamen 'düzelseydim' uzak durmaya filan ihtiyaç duymamam gerekirdi. Ama bunun şu an gerektiğini biliyorum. Belki asaletin gereği budur. Sanığın da, yargıcın da kendim olduğu bu mahkemeyi belki bu şekilde bitirebilirim.
Heh. Konudan ne kadar koptum. Elbette bu Mahkeme kartının anlamı allegorik. Falında Ölüm çıkanlar kısa bir süre sonra ölmüyor. Veya Güneş majörü, kişinin başına yakın bir zamanda güneş geçeceğine veya güneş yanığı olacağına işaret etmez. Kendimi sınırlayanların farkındalığına varmak... Fala olan inancım zayıftır, ama bana bakılan Tarot kartlarının o dönemki halime uygunluğu şaşırtıcı. Bunu kart anlamlarının genelliyetine bağlamak mümkün belki, insan çoğu zaman kendi içerisinde gerçekleştirilmeyi bekleyen bir potansiyelin var olduğunu hissetmez mi? Ama hayır, falların gösterdiklerini o dönemlerde genele göre çok daha yoğun yaşadığımı itiraf etmeliyim.
Kendimi sınırlayanların farkındalığına varmak... Çok az kişiye anlattıklarımı birer fal yorumu olarak görmek şaşırtıcı. Bu kartın yorumunun içerisinde utançtan, kötü durumdan kurtulmanın ve yükselişin de bulunduğunu biliyorum, yüzümü gülümsetti Mahkeme kartı. Yükselme yolumun açıldığını görebiliyorum. Bir mahkemeyi görmenin yüzümü gülümseteceğini tahmin etmezdim.
Ve gitmeden önce, şunu bilmeni istiyorum:
Buradan ve Leviathan'dan neden bu kadar çabuk ayrıldığını anlatmıştın. Bahsettiğin tehlike beni korkutmuyor. Eğer ülkemi yıkmaya niyet edecek olanlar varsa onları savaş meydanında ağırlamaktan onur duyarım. Eğer kaderinin yolunun üzerinde olacağını düşünüyorsan o zaman git ve kaderini yaşa, umarım kaderinin iyi bir sayfasının bahsettiği yerler bu topraklardır.
Hoşça kal, prens."
Saturday, May 16, 2009
Güneş yükselirken
İşte serin bir ilkbahar gecesi, ağaçlarla dizili ufuktan güneşin yükselmesiyle sona eriyordu Asporia'da.
Yeşilin ve kahverenginin hüküm sürdüğü mat Asporia ormanlarına inat, Kelebek Vadisi'ni kaplayan, neşenin, sevginin ve tutkunun şekillendirdiği onlarca türdeki çiçek, vadiyi renge doyuruyordu. Bir gökkuşağının renge doyduğu kadar. Kelebek Vadisi'ne bakan çimenli bir tepenin üstünde iki figür güneşin vadinin üzerine doğuşunu izliyordu: Bir aslan ve bir adam. Yetişkinliğe yeni girmiş genç aslana şefkatle sarılmış, üzerine yaslanmış pelerinli prens, aslanın yelesini okşuyordu.
Adam ile aslan arasındaki ilişki, evcilleştirilmiş bir hayvan ile sahibi arasındaki değildi; zira aslan, evcil bile değildi. Aslanın yeni uzamaya başlamış yelesinin adamın saçı ve sakalıyla aynı kumrallığı taşımasından daha ilginç bir şekilde her ikisinin de gözlerinde aynı mavinin ve yeşilin parlaması şunun kanıtı sayılabilirdi: İkisi de aynı kişi. Aynı kimliğin farklı iki vücuda bürünmesi ve bu iki vücudun birlikte güneşin doğuşunu seyretmesi bu Asporia sabahının kalbiydi.
"Seninle gurur duyuyorum", diye fısıldadı insan formundaki Arleon, aslan Arleon'un kedi kulağına. Korkunç öfke fırtınalarını kontrol altına alabilmeyi öğrenmişti artık, yıkımlar bitmişti ve Kelebek Vadisi'nde çiçekler bitiyordu artık.
----
Arleon sıcağı pek sevmez. İlkbahar ve yaz zamanları genellikle geceleri uyanık kalıp kütüphanesinde çalışmalara dalar, gün doğduktan sonra da uykuya yatar ve akşam üzeri uyanır.
Bu ilkbahar sabahı da güneşin doğuşunu izledikten sonra şatosuna, yatak odasına doğru yol aldı. Şatonun büyülü kapıları, kapıdaki Arleon'u gördükten sonra açıldı (Arleon buna "otomatik kapı sistemi", "güvenlik kamerası" ve "görüntü işleme" diyordu). Şatoya girdikten kısa bir süre sonra, kendisini Asporia'daki ciddi değişimlere karşı uyarması için yerleştirdiği ekranlarda şu yazıyı okudu:
---
Cuma gecesi yayınlamayı planladığım hikaye. Sifaus'un gelecek hikayesinin öncesini anlatacak bir yazı. Yazdığım yazının ilk halini beğenmediğim için yayınlamak istemedim, yazıyı iyice düzenledim. Şu anki halini de çok sevdiğimi söyleyemem, eskisi kadar güzel yazamıyorum.
Yaptığım şeyleri artık beğenmekte zorlanıyorum. Kötü olan şey, bunun aslında beğeneceğim şeyleri yapamıyor olduğum ihtimali. Çünkü bazı eski çalışmalarımı, şimdikilerden çok daha fazla beğeniyorum.
Yeşilin ve kahverenginin hüküm sürdüğü mat Asporia ormanlarına inat, Kelebek Vadisi'ni kaplayan, neşenin, sevginin ve tutkunun şekillendirdiği onlarca türdeki çiçek, vadiyi renge doyuruyordu. Bir gökkuşağının renge doyduğu kadar. Kelebek Vadisi'ne bakan çimenli bir tepenin üstünde iki figür güneşin vadinin üzerine doğuşunu izliyordu: Bir aslan ve bir adam. Yetişkinliğe yeni girmiş genç aslana şefkatle sarılmış, üzerine yaslanmış pelerinli prens, aslanın yelesini okşuyordu.
Adam ile aslan arasındaki ilişki, evcilleştirilmiş bir hayvan ile sahibi arasındaki değildi; zira aslan, evcil bile değildi. Aslanın yeni uzamaya başlamış yelesinin adamın saçı ve sakalıyla aynı kumrallığı taşımasından daha ilginç bir şekilde her ikisinin de gözlerinde aynı mavinin ve yeşilin parlaması şunun kanıtı sayılabilirdi: İkisi de aynı kişi. Aynı kimliğin farklı iki vücuda bürünmesi ve bu iki vücudun birlikte güneşin doğuşunu seyretmesi bu Asporia sabahının kalbiydi.
"Seninle gurur duyuyorum", diye fısıldadı insan formundaki Arleon, aslan Arleon'un kedi kulağına. Korkunç öfke fırtınalarını kontrol altına alabilmeyi öğrenmişti artık, yıkımlar bitmişti ve Kelebek Vadisi'nde çiçekler bitiyordu artık.
----
Arleon sıcağı pek sevmez. İlkbahar ve yaz zamanları genellikle geceleri uyanık kalıp kütüphanesinde çalışmalara dalar, gün doğduktan sonra da uykuya yatar ve akşam üzeri uyanır.
Bu ilkbahar sabahı da güneşin doğuşunu izledikten sonra şatosuna, yatak odasına doğru yol aldı. Şatonun büyülü kapıları, kapıdaki Arleon'u gördükten sonra açıldı (Arleon buna "otomatik kapı sistemi", "güvenlik kamerası" ve "görüntü işleme" diyordu). Şatoya girdikten kısa bir süre sonra, kendisini Asporia'daki ciddi değişimlere karşı uyarması için yerleştirdiği ekranlarda şu yazıyı okudu:
ZİYARETÇİ TESPİT EDİLDİ
---
Cuma gecesi yayınlamayı planladığım hikaye. Sifaus'un gelecek hikayesinin öncesini anlatacak bir yazı. Yazdığım yazının ilk halini beğenmediğim için yayınlamak istemedim, yazıyı iyice düzenledim. Şu anki halini de çok sevdiğimi söyleyemem, eskisi kadar güzel yazamıyorum.
Yaptığım şeyleri artık beğenmekte zorlanıyorum. Kötü olan şey, bunun aslında beğeneceğim şeyleri yapamıyor olduğum ihtimali. Çünkü bazı eski çalışmalarımı, şimdikilerden çok daha fazla beğeniyorum.
Wednesday, May 13, 2009
Hayal kurmak, Kısa hikayeler
Stephen King'in korku kurgusunun kendisi hakkında yazdığı (yani bir roman olmayan) Danse Macabre'da şuna benzer bir paragraf okuduğumu hatırlıyorum (keşke evde kitabı bulabilseydim, annem kitabı kaldırmış sanırım, bulsaydım size orijinal metni sunabilirdim) :
"Fantastik olsun, bilimkurgu olsun, her türlü kurguyla uğraşan ve hayalgücü kuvvetli olan yazarların, yapımcıların yüzlerine baktığınızda bir çocuksuluk göreceksiniz. "
Orijinal cümle elbette çok daha güzeldi (bi de aslında King orada farklı bir şey söylemek istiyormuş da ben yanlış çeviriyormuşum/anlıyormuşum, ppffffppt), ama ne denmek istendiğini anlamış olmalısınız. Kendimin, hayal kurmayı seven arkadaşlarımın, takip ettiğim kurgu yazarlarının (*) yüzlerinde bunu görebiliyorum. Çocuksu ve meraklı bir ifade. Kendinizi hayalgücü geniş, yaratıcı bir insan olarak görüyorsanız kendi yüzünüzü gözünüzün önüne getirin .... demeyeceğim, çünkü zaten bunu biraz önce yaptığınızı biliyorum.
(Bir de kendi resmimi çekerken hep neden sol gözümü kıstığımı bilmiyorum. Mona Lisa Gülüşü gibi bir şey olsun bu, insanlar "Resmini çekerken niye sol gözünü kısıyor?" diye oturup kafa patlatsınlar)
Tuhaf... Hayalgücümün son zamanlarda köreldiğini düşünüyorum, ama yüzümde hâlâ aynı ifade var. Hayalgücümün tamamen tükendiğini söyleyemem, ama eski Asporia hayallerimden veya uzun olay örgülerine sahip öykülerimden yavaş yavaş uzaklaştığımı fark ettim.
Geçen haftaki yazımda kendisinden bahsettiğim Sifaus dün bana Asporia'nın nasıl bir yer olduğunu sorduğunda Asporia'yı neredeyse unutmaya başladığımın farkına vardım.
2004'lü yıllara doğru, liseye başladığım zamanlarda özellikle de çeşitli fantastik kurgu eserinin etkisinde kalarak kafamda kendi minik bir fantastik evrenimi yaratıyordum yavaş yavaş. İyiyle kötünün, Asporia Krallığı ile Kara Zehir'in savaşı. Ormanlarla kaplı bir Orta Çağ Avrupası kıtası. Bundan birkaç on yıl önce karanlık güçler ile aydınlık güçler arasında çıkan savaştan iyiler galip çıkmıştır, Asporia kıtasına başka bir boyuttan/kıtadan gelen Kara Zehir'in üyeleri vampirler, adlarını unuttuğum yaratıklar bu son on yılda zayıf bir durumda, Asporia'nın karanlık ormanlarında hayatta kalmaya çalışmaktadır. Asporia: Gizli Tehdit adlı oyunumda Kara Zehir'in kendi kıtalarıyla Asporia arasında bir boyut kapısı açtığını ve devasa bir ordunun krallığa saldırmak üzere olduğunu krallığa rapor etmeye yola çıkan bir şövalye ekibinin genç bir üyesini canlandırıyorduk: Arleon Mavitaş.
Klişe bir hikaye, ama detaylarının benim için anlamı vardı.
Arleon Mavitaş, benim olmak istediğim kişiydi (gerçi olmak istediğim kişi hâlâ Arleon, ama biraz sonra bahsedeceğim setting'in Arleon'u). Hikayelerimde, hayallerimde en önem verdiğim şey karakterler, onların özellikleri ve olayların geçtiği ortamdır (setting en doğru kelime), hikaye örgüsünü bu üçü üzerine yerleştiririm. 2004 yapımı oyunumunda başarısız bulduğum yönlerden birisi (o onlarca yönden, heh) karakter derinliğini yeteri kadar iyi bir şekilde yansıtamamış olmamdı, Arleon hakkında uzun uzun konuşabilirim.
2007'li yıllarda Asporia, üzerinde savaşların yaşandığı bir FRP setting'inden ziyade benim içinde yaşamayı, hüküm sürmeyi hayal ettiğim bir diyar haline geldi. Çağlayan'ın Leviathan'ı oldukça ilham verici oldu bu konuda. Şövalye Arleon, prensliğe terfi etti. Gizli Tehdit Asporia'sının Arleon'u bir şövalye komutanın oğluydu, Prens Arleon'un babası da galiba kral gibi bir şey, onu bir kesinliğe kavuşturamadım. Anneleri neciydi, bilmiyorum, heh.
(soldaki prens/kral figürünü geçen hafta çizmiştim)
Bu yeni Asporia nasıl bir yerdi? Koca bir kutup buzulunu da sınırlarına dahil eden, okyanus kıyısında ormanlık bir ülke. Ama Orta Çağ teknolojisine veya düşünce yapısına sahip değil, bu fotoğrafını çektiğim park kadar modern bir diyar.
Sıcağı ve yaz mevsimini sevmediğimi söylemiş miydim? Tuhaf olduğunu biliyorum, ama serin havalar beni daha mutlu ediyor. Özellikle de
yağmur ve kar yağışı. Asporia serin bir ülke.
Misurina Gölü de gerçek dünyada var olup da Asporia'ya benzeyen yerlerin başında yer almakta.
Ama Asporia'yla ilgili en çok sevdiğim şey kutup geceleri. Şu fotomanipülasyonumdaki yerde yaşadığımı hayal ederdim, ay ışığı ve yıldızların aydınlattığı, görkemli binaların yükseldiği bir kutup. Gökyüzünde unicornların uçuştuğu cennet.
Arleon hayalim de değişikliğe uğramaya başladı. Yeniden izleme fırsatı bulduğum Aslan Kral'dan mı etkilendim, bilmiyorum, ama Arleon'u bazen bir insan olarak değil de antromorph olarak nitelendirebileceğiniz bir aslan olarak hayal ederken buldum kendimi. Aslan Arleon hayali, insan olanınkine baskın gelmiş olacak ki artık rüyalarımda kendimi o aslan olarak görmeye başladım.
Son zamanlarda ise "hayallerim" olarak isimlendireceğim düşünce kümelerini Asporia'nın kendisinden ziyade sadece kendi kimliğim, Arleon oluşturuyor. Hayalgücümün köreldiğini düşünmeme neden olan bu, Reverie River bile bu hayallerimin ve hissettiklerimin tek boyutlu yansımalarından öteye geçemiyor. Aklımdan "Arleon ufuk çizgisine baktı, şunları şunları düşündü" durum hikayeleri geçiyor, ama artık bu kadar statik şeyler yazmak istemiyorum. 2 saatlik bir belgesel boyunca Atatürk'ün 1933-1938 yılları arasındaki hayatını izlemek gibi bir şey olurdu bu. Gerilim öğesi olmadan. İç sıkıntılarımın ilgi çekici bir yanı yok.
Belki de olması gereken budur, gerçek hayattan daha fazla keyif alabilmek adına hayallerimden ayrılmam gerekiyordur? Belki de "büyümek" denilen şey budur? Eğer buysa büyümek istemiyorum ben.
---
Kısa hikayeler demişken, akranlarım tarafından yazılmış olanları -özellikle Türkçelerse- profesyonellerinkinden daha değerli bulurum hep. Elbette bu "Aaa, bu yazı benimle aynı yaşlarda birisi tarafından yazılmış, hemen okuyayım" anlamını taşımıyor, yazı yazmakla ilgilenen akranlarımın büyük bir kısmının okunmaya değer yazılar yazamadığı acı bir gerçek (benimkiler okunmaya değer mi? ben en azından basit imla kurallarını uygulayabiliyorum), takip ettiğim yazarları bu denli değerli kılanlardan birisi de bu olmalı. Aklıma gelenler, Çağlayan'ın Leviathan hikayeleri, Acetaminophen'inkiler, Sophia'nınkiler, biraz önce de bahsettiğim Sifaus'unkiler.
Kitapçıdan 20-30 TL vererek aldığım, bir bestseller yazar tarafından yazılmış kısa hikaye kitabının verdiği hazzı Tılsım'ı okumaktan aldığımkinden daha fazla aldığımı hatırlamıyorum.
---
Bu da geçen hafta çektiğim bir fotoğraf. Dijital düzenlemeyle birlikte. Düzenlenmemiş hali burada.
*Kurgu yazarları: Garip bir tamlama olmuş olabilir. "Kurgu" ile neyi kastettiğimi anlamışsınızdır.
"Fantastik olsun, bilimkurgu olsun, her türlü kurguyla uğraşan ve hayalgücü kuvvetli olan yazarların, yapımcıların yüzlerine baktığınızda bir çocuksuluk göreceksiniz. "
Orijinal cümle elbette çok daha güzeldi (bi de aslında King orada farklı bir şey söylemek istiyormuş da ben yanlış çeviriyormuşum/anlıyormuşum, ppffffppt), ama ne denmek istendiğini anlamış olmalısınız. Kendimin, hayal kurmayı seven arkadaşlarımın, takip ettiğim kurgu yazarlarının (*) yüzlerinde bunu görebiliyorum. Çocuksu ve meraklı bir ifade. Kendinizi hayalgücü geniş, yaratıcı bir insan olarak görüyorsanız kendi yüzünüzü gözünüzün önüne getirin .... demeyeceğim, çünkü zaten bunu biraz önce yaptığınızı biliyorum.
(Bir de kendi resmimi çekerken hep neden sol gözümü kıstığımı bilmiyorum. Mona Lisa Gülüşü gibi bir şey olsun bu, insanlar "Resmini çekerken niye sol gözünü kısıyor?" diye oturup kafa patlatsınlar)
Tuhaf... Hayalgücümün son zamanlarda köreldiğini düşünüyorum, ama yüzümde hâlâ aynı ifade var. Hayalgücümün tamamen tükendiğini söyleyemem, ama eski Asporia hayallerimden veya uzun olay örgülerine sahip öykülerimden yavaş yavaş uzaklaştığımı fark ettim.
Geçen haftaki yazımda kendisinden bahsettiğim Sifaus dün bana Asporia'nın nasıl bir yer olduğunu sorduğunda Asporia'yı neredeyse unutmaya başladığımın farkına vardım.
2004'lü yıllara doğru, liseye başladığım zamanlarda özellikle de çeşitli fantastik kurgu eserinin etkisinde kalarak kafamda kendi minik bir fantastik evrenimi yaratıyordum yavaş yavaş. İyiyle kötünün, Asporia Krallığı ile Kara Zehir'in savaşı. Ormanlarla kaplı bir Orta Çağ Avrupası kıtası. Bundan birkaç on yıl önce karanlık güçler ile aydınlık güçler arasında çıkan savaştan iyiler galip çıkmıştır, Asporia kıtasına başka bir boyuttan/kıtadan gelen Kara Zehir'in üyeleri vampirler, adlarını unuttuğum yaratıklar bu son on yılda zayıf bir durumda, Asporia'nın karanlık ormanlarında hayatta kalmaya çalışmaktadır. Asporia: Gizli Tehdit adlı oyunumda Kara Zehir'in kendi kıtalarıyla Asporia arasında bir boyut kapısı açtığını ve devasa bir ordunun krallığa saldırmak üzere olduğunu krallığa rapor etmeye yola çıkan bir şövalye ekibinin genç bir üyesini canlandırıyorduk: Arleon Mavitaş.
Klişe bir hikaye, ama detaylarının benim için anlamı vardı.
Arleon Mavitaş, benim olmak istediğim kişiydi (gerçi olmak istediğim kişi hâlâ Arleon, ama biraz sonra bahsedeceğim setting'in Arleon'u). Hikayelerimde, hayallerimde en önem verdiğim şey karakterler, onların özellikleri ve olayların geçtiği ortamdır (setting en doğru kelime), hikaye örgüsünü bu üçü üzerine yerleştiririm. 2004 yapımı oyunumunda başarısız bulduğum yönlerden birisi (o onlarca yönden, heh) karakter derinliğini yeteri kadar iyi bir şekilde yansıtamamış olmamdı, Arleon hakkında uzun uzun konuşabilirim.
2007'li yıllarda Asporia, üzerinde savaşların yaşandığı bir FRP setting'inden ziyade benim içinde yaşamayı, hüküm sürmeyi hayal ettiğim bir diyar haline geldi. Çağlayan'ın Leviathan'ı oldukça ilham verici oldu bu konuda. Şövalye Arleon, prensliğe terfi etti. Gizli Tehdit Asporia'sının Arleon'u bir şövalye komutanın oğluydu, Prens Arleon'un babası da galiba kral gibi bir şey, onu bir kesinliğe kavuşturamadım. Anneleri neciydi, bilmiyorum, heh.
(soldaki prens/kral figürünü geçen hafta çizmiştim)
Bu yeni Asporia nasıl bir yerdi? Koca bir kutup buzulunu da sınırlarına dahil eden, okyanus kıyısında ormanlık bir ülke. Ama Orta Çağ teknolojisine veya düşünce yapısına sahip değil, bu fotoğrafını çektiğim park kadar modern bir diyar.
Sıcağı ve yaz mevsimini sevmediğimi söylemiş miydim? Tuhaf olduğunu biliyorum, ama serin havalar beni daha mutlu ediyor. Özellikle de
yağmur ve kar yağışı. Asporia serin bir ülke.
Misurina Gölü de gerçek dünyada var olup da Asporia'ya benzeyen yerlerin başında yer almakta.
Ama Asporia'yla ilgili en çok sevdiğim şey kutup geceleri. Şu fotomanipülasyonumdaki yerde yaşadığımı hayal ederdim, ay ışığı ve yıldızların aydınlattığı, görkemli binaların yükseldiği bir kutup. Gökyüzünde unicornların uçuştuğu cennet.
Arleon hayalim de değişikliğe uğramaya başladı. Yeniden izleme fırsatı bulduğum Aslan Kral'dan mı etkilendim, bilmiyorum, ama Arleon'u bazen bir insan olarak değil de antromorph olarak nitelendirebileceğiniz bir aslan olarak hayal ederken buldum kendimi. Aslan Arleon hayali, insan olanınkine baskın gelmiş olacak ki artık rüyalarımda kendimi o aslan olarak görmeye başladım.
Son zamanlarda ise "hayallerim" olarak isimlendireceğim düşünce kümelerini Asporia'nın kendisinden ziyade sadece kendi kimliğim, Arleon oluşturuyor. Hayalgücümün köreldiğini düşünmeme neden olan bu, Reverie River bile bu hayallerimin ve hissettiklerimin tek boyutlu yansımalarından öteye geçemiyor. Aklımdan "Arleon ufuk çizgisine baktı, şunları şunları düşündü" durum hikayeleri geçiyor, ama artık bu kadar statik şeyler yazmak istemiyorum. 2 saatlik bir belgesel boyunca Atatürk'ün 1933-1938 yılları arasındaki hayatını izlemek gibi bir şey olurdu bu. Gerilim öğesi olmadan. İç sıkıntılarımın ilgi çekici bir yanı yok.
Belki de olması gereken budur, gerçek hayattan daha fazla keyif alabilmek adına hayallerimden ayrılmam gerekiyordur? Belki de "büyümek" denilen şey budur? Eğer buysa büyümek istemiyorum ben.
---
Kısa hikayeler demişken, akranlarım tarafından yazılmış olanları -özellikle Türkçelerse- profesyonellerinkinden daha değerli bulurum hep. Elbette bu "Aaa, bu yazı benimle aynı yaşlarda birisi tarafından yazılmış, hemen okuyayım" anlamını taşımıyor, yazı yazmakla ilgilenen akranlarımın büyük bir kısmının okunmaya değer yazılar yazamadığı acı bir gerçek (benimkiler okunmaya değer mi? ben en azından basit imla kurallarını uygulayabiliyorum), takip ettiğim yazarları bu denli değerli kılanlardan birisi de bu olmalı. Aklıma gelenler, Çağlayan'ın Leviathan hikayeleri, Acetaminophen'inkiler, Sophia'nınkiler, biraz önce de bahsettiğim Sifaus'unkiler.
Kitapçıdan 20-30 TL vererek aldığım, bir bestseller yazar tarafından yazılmış kısa hikaye kitabının verdiği hazzı Tılsım'ı okumaktan aldığımkinden daha fazla aldığımı hatırlamıyorum.
---
Bu da geçen hafta çektiğim bir fotoğraf. Dijital düzenlemeyle birlikte. Düzenlenmemiş hali burada.
*Kurgu yazarları: Garip bir tamlama olmuş olabilir. "Kurgu" ile neyi kastettiğimi anlamışsınızdır.
Thursday, May 7, 2009
Kırıcı olmaktan korkuyorum. Ama daha da çok korktuğum, ileride kırıcı olmamak adına bugün aldığım tedbirlerin kendilerinin karşımdakini kıracak olması. Sebebini anlatamayacağım şeylere anlayış gösterilememesi.
Bir korku oyunu yapmaktan daha çok ihtiyaç duyduğum şey bazı yerlerden uzaklaşmak. Bir süreliğine, ama ne kadar süreceğini bilmiyorum. Buna zorunluyum.
---
Önceki yazımda bahsettiğim (daha doğrusu sadece varlığından bahsettiğim) şeyin detayları beni iyice heyecanlandırıyor. Bir hayalimi gerçeğe dönüştürme imkanı elime geçti, bunun ne olduğunu da başarılı bir sonuca ulaşmadan anlatmak istemiyorum.
---
Bugün keşfettiğim iki muhteşem DeviantArt galerisini takdim edeyim: Exidos'un (özellikle Fondest Memories'i ) ve Indrawn'un (özellikle de The Light vs The Dark'ı) fotomanipülasyonlarını çok beğendim (bir de Exodus, Raziel'e benzemiyor mu?) .
Çok kısa bir yazı oldu, evet.
Bir korku oyunu yapmaktan daha çok ihtiyaç duyduğum şey bazı yerlerden uzaklaşmak. Bir süreliğine, ama ne kadar süreceğini bilmiyorum. Buna zorunluyum.
---
Önceki yazımda bahsettiğim (daha doğrusu sadece varlığından bahsettiğim) şeyin detayları beni iyice heyecanlandırıyor. Bir hayalimi gerçeğe dönüştürme imkanı elime geçti, bunun ne olduğunu da başarılı bir sonuca ulaşmadan anlatmak istemiyorum.
---
Bugün keşfettiğim iki muhteşem DeviantArt galerisini takdim edeyim: Exidos'un (özellikle Fondest Memories'i ) ve Indrawn'un (özellikle de The Light vs The Dark'ı) fotomanipülasyonlarını çok beğendim (bir de Exodus, Raziel'e benzemiyor mu?) .
Çok kısa bir yazı oldu, evet.
Tuesday, May 5, 2009
Selective Repeat ARQ simülasyonu, Feature şeyşi
Kesinleşmeyen güzel şeyler hakkında konuşmayı sevmem. Onlar hakkında konuşmanın, onları gururla anlatmanın bu olayların gerçekleşmesini önlemesi gibi bir batıl inanca sahip değilim, sadece bunların gerçekleşmemesi durumunda kırık hayal parçacıklarının yanında hevesle anlattığım şeyi gerçekleştirememiş olmanın verdiği başkalarına karşı duyulan utancın da dibinde dizlerim üzerinde kalakalmak istemiyorum.
Uzun bir süredir annemi gururun getirdiği sevinç gözyaşlarıyla ağlatmamıştım.
Endişeleniyorum. Ya önümde açılan bu patikada yürüyebilmek için gerekli yeterliliğe sahip değilsem? Ya zayıflarsam?
---
Bu arada, coolbluegames.net adresini satın aldım. Ama GoDaddy'den değil, çünkü bir kredi kartı sahibi olmadan bana sanal kart verecek bir banka bulamadım, sadece banka hesabına para yatıracağım, yine Türkiye'deki bir firmayla anlaştım. Kebir Hosting'i (bana başka bir kelimeyi anımsatıyor hep) deniyorum. Kredi kartları beni korkutuyor; ablamdan kendi kredi kartını kullanmasını da rica edebilirdim, ama sanırım bu hafta için ona yeteri kadar şok edici şeyden bahsettim (kaç yıl önce tanıştığımı bile hatırlamadığım bir kızla ailemin onaylamayacağı bir ilişkimin olduğunu öğrenince kızmadı, birbirimize "husband" ve "wife" şeklinde hitap ettiğimizi öğrenince kahkahalara boğuldu. iki dersi bıraktığımı, okulumun bir dönem uzayabileceğini söylediğimde de "Neyse, en iyisini sen bilirsin. Sen nasıl uygun görüyorsan öyledir" dedi. ondan bir de bana netten bir şey almasını isteyemezdim) (ama daha dA subscription'ım yok, ühühü).
Bloguma coolbluegames.net/blog 'tan da ulaşabilirsiniz.
Şu an için coolbluegames.net'teki tek şey benim son çalışmam olan Selective Repeat ARQ simülasyonum. Bu veri iletişimi teknolojisinin algoritmasının nasıl çalıştığını gösteren bir C programı. Şu eğitseldeki simülasyona benziyor.
Ahmet's Basic Function Grapher'da da epey ilerledim, bitirince onu da koyarım.
--
Ve uzun süredir blogumda sevdiğim DeviantArt galerilerinden bahsetmediğimi (halk arasında "feature" denilen olay) fark ettim. Çoğul noun olan features'ın güzel bir Türkçe karşılığı var mı? Her neyse...
Beğenmek ve sevmek birbirlerinden farklı kavramlardır. Yazın sanatı üzerine herhangi bir uzmanlığım olmadığı için okuduğum bazı kısa hikayeler hakkında paylaşacağım nesnel görüşlerim yanıltıcı olacaktır, "beğenmek" kavramının da bence nesnel bir yanı bulunmaktadır. Bir eseri "beğenirken" o sanatla ilgili nesnel niteliklerin de bizleri önemli bir şekilde etkilediğini düşürüm. Ama sevmek çok farklıdır.
Size çok beğendiğim ve sevdiğim bir kısa hikaye galerisini takdim edeyim: Kısa bir süre önce tanıştığım S'arrus'un korku/fantezi türündeki kısa hikayelerinin bulunduğu http://sifaus.deviantart.com/gallery/'deki yazıları Poe ve Lovecraft severlere kesinlikle öneririm. Özellikle Kuşlar, kendi yazdığım bir şeyin varlığını unutmuşum da tekrar okumuşum gibi hissettim.
Anna Larsson'ın Disney tarzı çizimleri de ("Disney tarzı" diye resmî bir şey yoktur herhalde, ama ne demek istediğimi anladınız) görülmeye değer. Özellikle de Snow Leopard'ı çok sevdim.
Uzun bir süredir annemi gururun getirdiği sevinç gözyaşlarıyla ağlatmamıştım.
Endişeleniyorum. Ya önümde açılan bu patikada yürüyebilmek için gerekli yeterliliğe sahip değilsem? Ya zayıflarsam?
---
Bu arada, coolbluegames.net adresini satın aldım. Ama GoDaddy'den değil, çünkü bir kredi kartı sahibi olmadan bana sanal kart verecek bir banka bulamadım, sadece banka hesabına para yatıracağım, yine Türkiye'deki bir firmayla anlaştım. Kebir Hosting'i (bana başka bir kelimeyi anımsatıyor hep) deniyorum. Kredi kartları beni korkutuyor; ablamdan kendi kredi kartını kullanmasını da rica edebilirdim, ama sanırım bu hafta için ona yeteri kadar şok edici şeyden bahsettim (kaç yıl önce tanıştığımı bile hatırlamadığım bir kızla ailemin onaylamayacağı bir ilişkimin olduğunu öğrenince kızmadı, birbirimize "husband" ve "wife" şeklinde hitap ettiğimizi öğrenince kahkahalara boğuldu. iki dersi bıraktığımı, okulumun bir dönem uzayabileceğini söylediğimde de "Neyse, en iyisini sen bilirsin. Sen nasıl uygun görüyorsan öyledir" dedi. ondan bir de bana netten bir şey almasını isteyemezdim) (ama daha dA subscription'ım yok, ühühü).
Bloguma coolbluegames.net/blog 'tan da ulaşabilirsiniz.
Şu an için coolbluegames.net'teki tek şey benim son çalışmam olan Selective Repeat ARQ simülasyonum. Bu veri iletişimi teknolojisinin algoritmasının nasıl çalıştığını gösteren bir C programı. Şu eğitseldeki simülasyona benziyor.
Ahmet's Basic Function Grapher'da da epey ilerledim, bitirince onu da koyarım.
--
Ve uzun süredir blogumda sevdiğim DeviantArt galerilerinden bahsetmediğimi (halk arasında "feature" denilen olay) fark ettim. Çoğul noun olan features'ın güzel bir Türkçe karşılığı var mı? Her neyse...
Beğenmek ve sevmek birbirlerinden farklı kavramlardır. Yazın sanatı üzerine herhangi bir uzmanlığım olmadığı için okuduğum bazı kısa hikayeler hakkında paylaşacağım nesnel görüşlerim yanıltıcı olacaktır, "beğenmek" kavramının da bence nesnel bir yanı bulunmaktadır. Bir eseri "beğenirken" o sanatla ilgili nesnel niteliklerin de bizleri önemli bir şekilde etkilediğini düşürüm. Ama sevmek çok farklıdır.
Size çok beğendiğim ve sevdiğim bir kısa hikaye galerisini takdim edeyim: Kısa bir süre önce tanıştığım S'arrus'un korku/fantezi türündeki kısa hikayelerinin bulunduğu http://sifaus.deviantart.com/gallery/'deki yazıları Poe ve Lovecraft severlere kesinlikle öneririm. Özellikle Kuşlar, kendi yazdığım bir şeyin varlığını unutmuşum da tekrar okumuşum gibi hissettim.
Anna Larsson'ın Disney tarzı çizimleri de ("Disney tarzı" diye resmî bir şey yoktur herhalde, ama ne demek istediğimi anladınız) görülmeye değer. Özellikle de Snow Leopard'ı çok sevdim.
Subscribe to:
Posts (Atom)