Madem bu blogun adı Reverie River (en azından Blogger'daki ismi), biraz da tuhaf rüyalarımdan bahsetmesem blogun ismine ayıp ederdim.
---
Ben, Nihilanth
Rüyalarımda kendisini en sık tekrar eden şeylerden birisi, Erzurum'daki eski evimiz. 3 yaşımdan 7 yaşıma kadar, Erzurum'daki askerî lojmanda yaşamıştık, sonra babamın tayini tekrar Ankara'ya çıkmıştı. Neyse. Dün geceki rüyamda, bu eve tekrar geri dönüyorduk ailecek. Diğer rüyalarımdaki gibi.
Bu rüyayı özel kılan şey, geride bıraktığımız bir Varlık'tı (o kadar tuhaf ve eşsiz bir varlık ki, ondan 'Varlık' diye bahsedeceğim). Hem Half-Life'taki
Nihilanth'a, hem de bir deniz atına benzeyen, yaklaşık 20 santim boylarında bir canlı düşünün. Kolları ve bacakları yok, kafasının şekli bir insanın kafasına benziyor. Havada süzülebilme, bir insan gibi düşünebilme ve konuşabilme yetisi var.
Varlık'ı hayal etmekte zorlandınız, değil mi? Rüya da gayet absürd? Ama absürdlük henüz yeni başlıyor: O Varlık, benmişim.
Rüyadaki durumu mantıklı bir şekilde açıklamanın hiçbir yolu yok. Rüyamda ben bir insandım, o eve insan olarak geliyordum. Varlık ise benim çocukluğumdaki formum. Bir çocuk gibi düşünebilen, konuşabilen bir kertenkelemsi yaratık. Kendisine alınmış parlak, güzel giysiler bile var! Çocukluğunuza ait bir fotoğrafa, kamera kaydına baktığınızda kendinizi ne kadar özümserseniz aynı şekilde ben de o Varlık'ı özümsüyordum. Artık ne olduysa, ben bir şekilde bu insan formuna bürünmüşüm, evde kalan şey ise pulları kurumuş, donmuş, yirmi santimlik bir yaratık. Yaklaşık 20 yıl boyunca karanlık bir odada bırakılmış, onun ölmüş olduğunu sanıyoruz.
Ama biz eve geldikten, onu incelemeye başladıktan sonra yeniden canlanıyor. Karanlık odada sadece onu ve bizi aydınlatan low-key ışıklandırma var. Öksürüyor, konuşmaya başlıyor, soğuk odada ağzından çıkan buharları görebiliyoruz. Kendisine ne olduğunu, kaç yıldır burada kapalı kaldığını soruyor. Vurucu olan şey, Varlık'ın sesinin, benim sesimle birer aynı olması. Onunla aynı kişi olduğumu biliyoruz.
O şekilde soğukta kurumaya bırakıldığı için öfkeli. Benim insan formumu kıskanıp beni yok etmek istiyor. Ve Bu Varlık'ın aslında çok güçlü olduğunu görüyoruz; birdenbire onun Nihilanth'la aynı cüsseye sahip olduğu bir boyutta kendimizi buluyoruz. Bana dokunmamasına rağmen (zaten kolu molu yok ki) beni telekinetik şekilde havaya kaldırmayı başarıyor, yine telekinetik bir pençenin avucu içinde yavaşça eziliyorum. Ev yıkılmaya başlıyor.
Ama sonra beni/ailemi affediyor. Ben bu Varlık'la yine aynı kişi oluyorum; hem insan, hem de Nihilanth formunda. İki form da aynı anda var, yani bir shapeshifting söz konusu değil. Ve o evde mutlu bir şekilde yaşıyoruz, yıkılan kısımlar bir şekilde geri geliyor.
--
Temizlik malzemesi: Evcil yılan
Yine Erzurum. Çocukluğuma dair şöyle bir anıya sahipmişim rüyamda: Bizim eskiden bir tane evcil yılanımız varmış. Şöyle yirmi-otuz santim çaplarında, on metre kadar uzun, yeşil ve siyah pullu bir yılan düşünün. Bu yılanın görevi, evi temizlemekmiş. Yılan evde dolandıkça ev temizleniyormuş. Çok kullanışlı bir yılanmış, hatta bir ismi bile varmış, "Süheyla" mı, "Süreyya" mı ne. Şunun altını çizeyim; benim tanıdığım o isimlerde hiçbir insan yok, yani burada kesinlikle kimseye "Hahahaha yılaaan!" diye gönderme yapmıyorum)
Bodrum, Bodrum
Şimdi deniz kıyısına gelelim, bu temaya da ait ilginç rüyalarım var. Ege Denizi'nin açıklıklarında McDonald'slar varmış. Açık denizin ortasında yüzen, normal bir McDonald's şubesi kadar yer kaplayan plastik platformlar düşünün. Oralarda sadece tavuk ve balık burger satılıyormuş (hoş, sanki Türkiye'de McDonalds'ta balık burger var da gerçekte...).
Bodrum'da bir otelde kaldığımızı görmüştüm. Şöyle bir otel ki, tam denizin içine gömülü. Kaldığım odanın pencereden baktığınızda pencerenin alt yarısı denize ait, diğer yarısında da gökyüzünü, gün doğumunu görüyorsunuz.
Bir rüyamda yazın ortasında birden bire bir kar fırtınası başlıyordu. Plajda güneşlenen insanlar odalarına kaçışıyordu, karlar üzerlerine yağarken. Plaj hemen beyaza bürünmüştü.
Bilinçaltı hackerları
Bu rüyamı zaten Ağustos sonunda Facebook'ta anlatmıştım, buraya da copy+paste edeyim.
Ozan Korkmaz, Güçhan Alkan, Uğurcan Orçun'un da içinde bulunduğu bir ekip, bir websitesi yayınlamıştı. Öyle bir site ki, sitenin bir sayfasına girdiğinizde, sizin sinir sisteminizi ve psikolojinizi etkileyecek görsel ve işitsellere maruz kalıyorsunuz. Ve bu etki, sizin gerçeklik algınızı birdenbire değiştiriyor. Mesela vücudunuzun belli bir yerinin gıdıklanması veya yanıbaşınızda bir küpün belirmesi!
Sizin bu gerçekçiliği yaratmanız için bir editör var, sizin yarattığınız şeyler compile edilip insanların beynini etkileyecek formata getiriliyor. Ve her gerçekliğin kendi sayfası var. Bu site DeviantArt gibi, ürettiklerinizi paylaştığınız bir ortam olarak tasarlanmış.
Tabi ki, insanların gerçeklik algısını hacklemeniz için illa ki onların bu sayfalara bilinçli olarak girmeleri gerekmiyor. Gayet masum görünüşlü bir yazının içine (mesela bir blog yazısına), bu derlenmiş olan sübliminal kodları yerleştirebiliyorsunuz.
Kötü niyetli çalışmaların yapılması uzun sürmüyor. Örneğin, sinir sisteminize çok şiddetli bir ağrı hissetmesi emredilebiliyor. Bazı kodların etkisi, siz sayfaya baktıktan saatler sonra kendisini gösterecek şekilde tasarlanıyor. Sizi, gece yattığınız yatağa zincirle bağlı olduğunuza ikna edecek sayfalar da çikabiliyor. Çoğu insan, bu halüsinasyon esnasında kolunu kaldıramıyor, çünkü sinir sistemleri de bedenin engellendiğine ikna edilmiş. Etraf sübliminal kodlarla doluyor, internetin de dışına çıkıp sokak yazılarına, billboardlara bile taşıyor.
İnsanlar kafayı yiyor. Annesini hayalet olarak algayan bir çocuk da rüyamdaydı. Kitlesel halüsinasyonlar başlıyor; şehir merkezindeki insanlar, bir gökdelenin tepesinde dev bir örümcek görüyor.
Bu siteyi yapan ekibi televizyona çıkarıyorlar. Ekip, "Lütfen bize yardım edin, bu kodları etkisiz kılmanın bir yolunu bulmalıyız!" diye insanlardan yardım istiyor. Ben Ozan'ı arayıp, ekibe yardım etmeyi, o derleyiciye erişmek istediğimi söylüyorum.
Ama Ozan kabul etmiyor. Benim bu kodları alıp tüm insanlığı kontrol etmek için kullanacağıma inanıyor (ve haksız mıydı, emin değilim). Ve onunla savaşmaya başlıyoruz. Chronicle'ın sonundaki savaş gibi ilk başta, birbirimize hayali bir şeyler fırlatıyoruz, roketler yağdırıyoruz (yani düşünün Chronicle'dakinden bile daha epik). Sonra rüya iyice saçmalıyor, The Matrix'teki gibi yumruklaşarak dövüşüyoruz, güneş gözlüklerimiz bile var.
Sonra neyseki uyandım, rüya daha da saçmalamadı.