Bakalıım... Uzun bir günlük sayfası olacak, epeydir yazı biriktiriyordum. Bu yazının
"Fotomanipülasyon, Hayvanların iyi ve kötü olması" kısmında nazaran daha ilginç bir konudan bahsettim, günlük kısımları sıkıcı gelebilir.
Oldukça iyi hissediyorum. Bir ayım ilgi duyduğum şeyleri yaparak geçecek/geçiyor. Dahil olduğum projelerin yanısıra kendiminkilere de vakit ayırabiliyorum.
Bu yeni biten dönem aldığım derslerim tamamını geçmişim, bu oldukça iyi bir haber. Elektronik Devrelerden kalmaktan korkuyordum, komik/ sevindirici/ üzücü olan şey Elektronik'ten aldığım notun Java' ("Nesne Yönelimli Programlama" dersin asıl adı) ve İngilizce'den aldığımla aynı olması.
Java'ya keşke daha fazla çalışsaydım. İngilizce'de de bir writing sınavım yaptığım bir mallık yüzünden çok kötü geçmişti: Reading ve writing'in birlikte olduğu normal sınavlarda gerçekten özenli bir yazı yazmaya vaktim olurdu hep, çünkü sınavın okuma kısmını hızlı yapabiliyorum. O sınav
Integrated Writing'di: Önce bir makale okuyor, sonra o makaleyle ilgili (ki genellikle o önceki okuduğumuzun antitezi) bir şeyler dinliyor ve hemen bu ikisi hakkında bir makale yazıyoruz. Sınavın asıl önemli olan kısmı o dinleme bölümünü anlamak ve onu anladığımızı gösterebilmek. Dinlediğimin hiçbir detayını kaçırmadığımı söyleyemem, ama iyi bir yazı yazabilmem için gereken kadarını
kesinlikle anlamıştım. Ve ben "Listening'i anlatmaya başlamadan önce readingte verilen önbilgileri vereyim, tam bir yazı olsun" diye düşündüğüm için başladım altruizmin ne olduğunu anlatmaya... Gözetmen hoca "Son 30 saniyeniz" dediğinde listening'i anlatmaya yeni başlamıştım, kendi kendime "Eheh, dakika yerine saniye dedi yanlışlıkla" derken sınav süresinin 30 dakika olduğunu hatırladım.
Dersi yeniden almayı düşündüm, ama bu cidden geçildikten sonra tekrar alınası bir ders değil. Neyseki diğer sınavlarım iyiydi, speaking'te o kadar güzel konuşabileceğimi düşünmüyordum.
Çalışmalar ve mükemmeliyetçilikO rogue-like Battle Royale oyununu sanırım bırakacağım, kaynak kodlarını yayınlayarak. Hatırlarsınız, oyunu yaparken o kadar kötü bir program tasarımını kullanmıştım ki (sonradan alacağım Nesne Yönelimli Programlama dersinde öğreneceğim önemli şeyleri keşke önceden bilseymişim) Notepad++ bile kodlamayı daha zevkli bir hale getirmiyordu.
Geçen gün son bir çabayla (evet, bu çalışmaya devam etmenin kendisi için bile çaba harcamam gerekti) "acaba şimdiki yazılı olanlardan faydalanarak yeniden başlasam mı" diye baktım da, beni çok daha fazla heyecanlandıran şeyler varken bir rogue-like için bu çabayı harcamak bana vakit kaybı gibi geldi iyice. Kodların çalınmasından korktuğumu söyleyemem, eğer o yazdıklarımı düzeltip tam bir oyun olarak yayınlayabileceklerse helal olsun.
Mükemmeliyetçilik son zamanlarda aklıma daha sık bir şekilde gelen bir kelime. Daha doğrusu, asıl aklıma gelen "mükemmellizm" ve "mükemmelcilik" kelimeleriydi, o aklımdaki kavramın gerçek ismini öğrenmek için TDK'nın sözlüğüne bakmam gerekti (zaten "mükemmellizm" diye bir kelimenin var olması mümkün görünmüyor, o ayrı konu). İyi olan şey, -az ya da çok miktarda- sahip olduğum mükemmeliyetçiliğin bana gerçekten bir şeyler katabilmesi, benim bu kavramın gerçek ismini öğrenmiş olmam gibi. Kötü olan şey, Düşnehri'nde çok yavaş bir şekilde ilerliyor olmam, çünkü profesyonelliğinden şüphe duyulmayacak bir mizansene sahip bir korku filmiyle aynı kalitede bir oyun ortaya çıkarmak istiyorum. Ortada yayınlanacak pek bir şeyin olmaması (elimdekilerden yayınlayacağım ekran görüntüleri oyuncuların oyuna başladığı zaman hissedeceklerinin etkisini azaltabilir) beni iyice sabırsızlandırıyor (ama o beni korkutan şeylerin diğer insanları korkutamayacak, etkileyemecek olması ihtimali beni korkutuyor, o da var).
Bu mükemmeliyetçiliğimden kurtulmaya çalışıyorum. Uzun süredir yapmak istediğim bir şey vardı, hava karardıktan sonra okulumda "Şuranın da fotoğrafı ne güzel çekilir"likleri çekmek, etrafta fazla insan yokken. Geçen hafta bunun için uygun bir zamandı, çalışmamı gerektirecek finallerim bittikten sonra tripodumu kapıp (*) birkaç çekim yaptım. Hava yağmurluydu, etrafın karanlık olması da aynı yerde uzun süre beklemem konusunda bana cesaret vermiyordu (çekindiğim şey birinin gelip "N'apıyorsun o karanlıkta?!" diye sormasıydı, çünkü o fotoğrafını çektiğim sahnelerin benden başka çok fazla kişiye ilginç geleceğini sanmıyordum) .
Ve sonra eve gelip resimlere tekrar baktığımda onları tekrar çekmek istedim. Üstteki ağacın etrafı sisliydi, ama okulun gotik çirkinliğini fotoğrafa yansıtmayı başaramadım ("gotik çirkinlik" dedim de aklıma geldi,
Arı Vızvızvız jingle'ıyla dalga geçmek için bir arkadaşım "Prozodi düşüşüne hayranım, çok gotik!" demişti, hatırladıkça gülerim). Böyle sisli ağaçları bir de akşamları Roma Hamamı'nın (bir açıkhava müzesidir Roma Hamamı) önünden geçerken görüyorum içeride, ama oraya hem mesai saatleri haricinde girilmiyor hem de tripod kullanarak resim çekmek yasak. Ulus ile Dışkapı'nın arasındaki bölgede olması da duruma pek yardımcı değil.
Eğitim Fakültesi'nin önündeki bu heykeli de çok severim. Hayır, o ağaçla aynı sebepten değil, Atatürk ve eğitimciler heykeli gerçekten çok güzel. Bu heykelin fotoğrafını o kadar güzel çekemedim. Ve bir de sonradan fark ettim, Atatürk'ün solundaki öğretmeni hatalı ışıklandırmışlar (daha doğrusu
ışıklandırmamışlar, hata bu). Atatürk'e karanlık tavsiyeler veren bir karakter sanki.
Üsttekini öylesine çektim. Neden bilmiyorum, ama gözüme çok güzel göründü.
Ne diyordum, işte sonra o resimleri tekrar çekmeye gitmekten kendimi alıkoymam gerekti. Güzel fotoğraflar çekip Beneath the Ground'a yollayacaktım, yapacağım (yani o gün "yapacağım" dediğim, geçen hafta yaptığım) yeni fotomanipülasyonla beraber. Sadece manipülasyonu yollayacağım.
Fotomanipülasyon, Hayvanların iyi ve kötü olması
Manipülasyon da bu:
Life isn't fair, is it? (Aslında "fan art" daha doğru bir kategorilendirme olur) Uzun süredir ürkütücü bir şey (o Düşnehri şeyleri dışında, onlar da ürkütücü değil zaten) yayınlamamıştım sanırım. Uzun süredir yapmak istediğim ama zama bulamadığım için yapamadığım şeylerden biriydi.
Resmi burada yayınlamamla veya BtG'ye yollamamla ilgili bir copyright sorunu yok.
Bunu yaparken aklıma gelen sorulardan birisi şuydu:
Stargazers'taki ve
He Lives In you'daki aslanlara baktığımızda şunu görüyoruz: Bunlar
iyi aslanlar. Beslenmek için avladıkları canlılara karşı saygı ve minnet duymalarını bile bekleyebiliriz. Oysa benim kullandığım
bu stok fotoğraftaki aslanı ilk gördüğümde "Bundan çok iyi Scar olur" demiştim, yüz hatlarının sağlıksız görünüşü filan (tamam, "sağlıksız" yanlış kelime olmuş olabilir, ama ne demek istediğimi anlamış olmalısınız).
İyi aslanlar için kullandığım resimlerdekilerin sanki gerçekten iyilermiş gibi göründüğü konusunda hemfikiriz sanırım. Biz onları neden "iyi", "güvenilir" olarak algılıyoruz? Sanırım yüz ifadeleri ve renklerinden dolayı. "Yüz ifadeleri" ile kast ettiğim şey o canlının gerçekte ne hissettiğinden çok o gördüğümüz şeyin nasıl bir insan yüz ifadesine benzediği.
Şu balinadan bir şer bekler misiniz?
Asterya
Bugün ODTÜ'de dolmuş beklerken Asterya Turizm'in ofisinin önünde olduğunu fark ettim. Neyseki fotoğraf makinem yanımdaydı ("Ee, espri ne?" diyenler için
bakınız). Asıl ilginç olan da bugün (yani aslında 24 saat önce filan) rüyamda
Üçüncü Kan'ı görmemdi (yemin ediyorum resimdekinin neredeyse aynısıydı! taht kısmı yoktu), hikayedeki gibi garip bir şeyler yapıyordu ve benim aklıma o yöneticinin orijinal hikayede gerçekleştirdiği güvercin ilüzyonu geliyordu. Lüsid bir rüyaydı.
Yukarıdaki fotoğrafı düzgün bir şekilde çekebilmem şans eseri. Işığın zayıf olduğu ortamlarda kameranın ve resmi çekilecek nesnelerin sabit kalması önemlidir (
bkz: enstantane), yanımda tripod yoktu. Ama oraya dikilmiş zayıf ve kuru bir ağaç vardı, kamerayı o ağacın dalları üzerine yerleştirdim.