Thursday, March 12, 2009

Otobüs yangını ve cesaret; Tripod kullanımı

Bugün korkutucu sayılabilecek bir olay yaşadım.

Bu olayı haberlerde görebileceğinizi sanmıyorum, eve geldiğimden beri haberleri takip ediyorum ve bu olaydan bahsedildiğini görmedim. Bunun sebebi de sanırım bu olayın sadece basit bir yangın olması -ve inşallah/çok şükür kimsenin yaralanmaması veya ölmemesi.

Bu akşamüzeri Kızılay'da birkaç arkadaşımla beraber vakit geçirdikten sonra otobüsle eve geliyordum. Otobüs Sıhhiye Köprüsü'nün altındaki durağa geldiğinde yolculardan birisinin "Otobüsü yakmışlar" dediğini duydum ve pencereden baktığımda yolun ortasında duran, boşaltılmış bir otobüsün arkasından yoğun gri dumanların yayıldığını gördüm (Bilmeyenler için Sıhhiye Köprüsü'nü anlatayım: Atatürk Bulvarı'nı dik kesecek şekilde bulvarın üzerinden geçen oldukça geniş bir kara ve demiryolu. Köprünün altını geniş bir tünel olarak kabul edebiliriz.). Bizim otobüsümüz de yakında bir yerde durdu ve şöförün inip telaşla kaza yerine baktığını gördüm. Şöför sonra yine telaşlı bir şekilde otobüse dönüp yangın tüpünü aldı, "Bizim otobüs mü yanıyor?" diye soran birisine başka bir otobüsün yandığını söyledi ve tüple beraber yangının olduğu yere doğru koşmaya başladı.

Otobüsün arka camından, tünelin yavaş yavaş sise boğulduğu görülüyordu. Yolcular birbirlerine bakmaya başladı, "Acaba inmeli miyiz yoksa durum o kadar ciddi değil mi?" tedirginliğini diğer yolcuların da hissettiğini düşünüyorum. Belki de otobüsten inmek için önce birisinin onları yönlendirmesini bekliyorlardı, bilmiyorum, ama ben her ihtimale karşı yangından uzaklaşmamın orada beklemekten çok daha iyi bir fikir olacağını düşündüm. Çantamı kaparak otobüsten indim ve oradan hızla uzaklaşmaya başladım.

"Tünel" olarak nitelendirdiğim yapıdan çıktıktan sonra kimsenin beni takip etmediğini, koca tünelin (ve benim önceden içinde bulunduğum otobüsün) gri sis içinde kaldığını ve köprünün üzerinden uzunca bir lokomotifin geçmeye başladığını gördüm. Bir saniye için aklıma korkunç bir manzara geldi: Yanan otobüsün motorunda çıkan bu yangın, tünelin içerisinde büyükçe bir patlamaya, belki de bir zincirleme patlamaya, köprünün çökmesine ve trenin de düşmesine neden olacaktı.

Patlamanın etkisiyle üzerime doğru devrilecek lokomotifin zihnimde uyandırdığı sahne benim oradan daha hızlı bir şekilde uzaklaşmak istememe neden oldu ve güvenli bir mesafede bekleyen bir taksiye binip oradan uzaklaştım. Taksici bana yanan otobüsün şöförünün yangın tüpüyle yangını söndürmeye çalıştığını ama yangın tüpü donduğu için tüpün çalışmadığını söyledi (sonradan şöyle bir mantıksal çıkarımda bulundum: eğer taksicinin bundan haberi olabildiyse o zaman bu yangın uzun bir süredir devam ediyor olmalıydı).

Ve sonra kendimi kötü hissettim. Eğer bir patlama gerçekleşseydi otobüsün içinde kalmayı tercih eden insanları ölüme terk edip kaçmış olacaktım. Otobüsten inerken diğer yolcuları da benimle beraber inmeye ikna etmek ve iyice bir uç örnek olarak da şöförün yangını söndürmek için terk ettiği otobüsün direksiyonuna geçip otobüsü tünelin dışarısına sürmek aklıma gelmişti ama bunların hiçbirini yapmadım. Otobüsten inip kaçmamın diğer yolcular için de otobüsü terk etmeye yönlendirici bir davranış olacağına inanarak cesurca davranmaktan kaçındım, ama eğer ben tünelden çıktıktan sonra bir patlama meydana gelseydi köprü çökecek ve otobüs köprünün altında kalacaktı veya tünelin içerisinde baskı altında kalacak olan patlama, bizim otobüse ulaşacak kadar etkili olacaktı. Kendimi avutmaya çalıştım; eğer otobüsü sürmeye kalksaydım belki de insanları kurtaracağım derken yangını söndürmeye koşan bir yayayı ezecektim veya patlamayla köprünün üzerinden yola savrulacak olan trenin altına otobüsü sürmüş olacaktım, bilmiyorum, şu an tek bildiğim kimsenin yaralanmadığı (eğer düşündüğüm kadar ciddi bir kaza olsaydı haberlere çıkması gerekirdi). Ama taksiyle eve giderken Ultima IV'de kişilik özelliklerini belirlerken Valor kartını çekmiş olup da gerçek hayatta cesurca davranamamış olmam beni kötü hissettirdi.

--

Önceki yazımdan sonraki (yani bu) yazım "Mizah, sinema, küfür, falan fişmekân" hakkında olacaktı, ama sadece bir konu güncelliğini kaybettiği için değil, aynı zamanda da canımın sonra yazmak istememesi nedeniyle özet geçmek istiyorum.

Mizah

Bobiler.örg'te birkaç hafta önceki uçak kazasıyla ilgili anasayfaya çıkan monteler beni rahatsız etmişti. Beni asıl rahatsız eden de monte sahiplerinin, gelen eleştirilere karşı tutumuydu. Ne yani, bir espriyi ağır bulduğumuz için gerikafalı, örümcek kafalı, gerizekalı olmak zorunda mıyız? Monte sahiplerinin trajik bir kaza yaşayan kurumla kaza üzerinden dalga geçmeye hakkı var da bizim bunu eleştirmeye hakkımız yok mu? Bu konuda doluydum, ama bunu orada tartışmak istemedim, çünkü onları eleştirdim diye nasıl olsa beni de kara mizahtan hiç anlamayan dar kafalı insanlarla aynı kefeye koyacaklardı.

Tripod

Değinmek istediğim başka bir konu da kısa filmler hakkında. Yine birkaç hafta önce bir kısa film festivaline gitmiş ve bir de Monthius'un blogunda Forgotten Realms için çekilen amatör bir trailer'ı izlemiştim. Bazı filmlerde ve bu trailer'da beni rahatsız eden ortak bir şey var: Çekimlerde tripod kullanılmaması. Bu kadar çok masrafın harcandığı, emeğin verildiği bir yapımda kameramanın titreyen ellerinin çekim kalitesini mahvetmesi üzücü. Bu benim aklıma şöyle bir soru getiriyor: Kısa filmlerle uğraşan insanlar hiç mi film yapımı üzerine makale, kitap okumuyorlar? Veya bu makalelerde, kitaplarda sabit bir kameranın çekim kalitesine olan etkisine hiç mi değinilmez?

Yaptıkları çekimleri profesyonel sinema filmleriyle karşılaştırdıkları zaman "Nasıl olsa biz amatörüz, yaptığımız şeye özen göstermek zorunda olmadığımız için dandik filmler çekip insanların zamanını çalabiliriz" mi diyorlar? Veya her eline kamera alan ve arkadaş çevresi olan kişi kendisini yönetmen ilan ettiği için mi ancak üzerinde işini iyi bilen bir kişinin yoğun emeğinin harcanması gereken kısa animasyonlar (2D, 3D fark etmez) genellikle kaliteli çalışmalar olurken aynısı kısa filmler için geçerli olmuyor? Bir trailer yapabilmek için onca masrafa girip de tripod kullanmayı, credits'te oyuncuların isimlerini filmdeki halleriyle beraber kullanmak için kaliteli bir fotoğraf makinesiyle fotoğrafını çekmeyi akıl edemeyen, video kamerayla çekilen dandik sabit bir görüntüyü kullanan yapımcılara saygı duyamıyorum. Fotoğrafçılıkla ve sinemayla ilgilenen bir insanın pahalı bulmayacağı bir araçtır tripod. Kameranın hareket etmek zorunda olduğu sahneler için tripod kullanmadıkları için suçlamak acımazca belki (ki bunu da sağlamak çok zor değil gerçi ama neyse), ama kameranın sabit kalması gereken yerleri de elleriyle çekmeleri ilkelce.

Özen

Nefret ettiğim başka bir şey de forum, blog, website gibi herkes tarafından okunabilecek ortamlarda bulunan yazıların özensizce yazımı. Hayır, Türkçeyi bilmeyen basit gençlerden bahsetmiyorum, Türkçeyi gerçekten iyi bildikleri halde yazılarını hiç büyük harf kullanmadan yazan "aydın" kesim şikayetçi olduğum. Belki şimdiye kadar sözlüklerde veya cümlelerin başındaki büyük harfleri otomatik olarak tanımlayan Word'de yazmaya alıştıkları için; ama o kadar güzel yazılar yazıp da yazıları böylesine okunması zor hale soktukları için onlara kızıyorum.

1 comment:

Unknown said...

Otobüs olayı için:

Aklına ilk gelen şeyi yapmışsın bunun için kendini suçlamamalısın. Herkes bulunduğu duruma göre farklı tepkiler verir bir de bu kurduğun kurgudan başka bir çok kurgu daha vardır ve bunların gerçekleşme olasığı ise senin kurduğun kurgu ile hemen hemen aynı olasılıktadır.

Sen bunu yazınca ben de gecenin bir körü kardeşimle eve giderken araba çarpan iki kişiye yardım ettiğim iin geç kaldığım evde yediğim azarı hatırlattı. Onlara olayı anlattığım da "Sana mı düştü" gibisinden bir cevap geldi. Ben de aynen "size de olabilirdi" gibisinden bir cevap yapıştırdım. İlk şoku atlattıktan sonra dedikleri o kadar laf söz azar havada kaldı. Ben ise yaptığım şeyden memnundum.

Mizah başlığı için:

Mizah bildiğim kadarı ile bir nevi eleştirdir ve eğer eleştiren yaptığı eleştiriye karşı aldığı eleştiriye kızıyorsa ve karşısındakini dar kafalılıkla vs suçluyorsa yaptığı eleştri/mizah değil alenen terbiyesizliktirve dar kafalı bizzat kendisidir. Kendisine sormak isterim: Acaba o uçaktaki ölen insanlardan bir tanesi sevdiği bir insan olsaydı böyle konuşabilir miydi. İnsanların konuşmadan önce kelimelerin nereye gittiğine dikkat etmesi gerekir bence.

Tripod başlığı için:

Kesinlikle sana katılıyorum Ahmet'cim. Trailer'ı ben de izledim ve daha güzel olabilirdi diyorum.

Özen başlığı için:

Bu konuda söylediklerine kısmen katılıyorum. Bazen özen zaman demektir ve o zamanı herzaman bulamayabiliyoruz. Örneğin; yazılarımda harf hataları, imla yataları, anlatım bozuklukları ve noktalama işaretleri yanlışları vardır. Evet kabul ediyorum daha özenli olmam gerekir. Ama çoğu zaman özen için ayırmam gereken vakti bulamıyorum ve "dağınık bırakıyorum".