Saturday, December 10, 2022

Unity portfolyosu hazırlarken dikkat edilmesi gerekenler

Bu yazıda özellikle iş başvurusunda bulunan Unity'cilere açık kaynak kodlu portfolyo veya test case hazırlamakla ilgili tavsiyelerimi vereceğim.

* GitHub'dan indirilen bir projenin syntax hatası falan olmadan derlenebilmesi gerek. Size çok bariz bir tavsiye gibi gözükebilir ama projenin çalışabilmesi için benim syntax hatalarını kendim düzeltmem gerektiği başvurular olmuştu. Projenizin derlenemeyen bir halini halka açık bir yere commit'li bırakmamanızı öneririm, zira bu kötü bir izlenim bırakıyor bence.

* .max, .blend gibi, Unity projenizde çalışabilmesi için özel programlar gerektiren dosya formatlarını kullanmaktan kaçının. .fbx iyidir.

* Library gibi klasörlerin ne GitHub'da, ne de sizin test case olarak yolladığınız .zip'in içinde olması gerek. Library çok fazla yer kaplıyor, bu klasörün içeriğinin kodu okuyan kişinin bilgisayarında yaratılması lazım. Eğer projeniz Library klasörüne ihtiyaç duyuyorsa bir şeyi yanlış yapmışsınız demektir. Git için araştırmanız gereken kelime "gitignore".

* Eğer projeyi mail'le yollayacaksanız .rar veya .7z gibi standard dışı formatlardan kaçınmanızı tavsiye ederim. Zira kodu inceleyecek kişinin bilgisayarında o dosyayı açacak program bulunmayabilir. .zip iyidir.

* Değişken, fonksiyon vesaire isimlerinin sadece İngilizce olmasını öneririm. Belki yorumların da İngilizce olması gerekebilir ama bu konuda net bir fikrim yok.

* Portfolyo kavramıyla ilgili genel fikrim az sayıda kaliteli projenin, çok sayıda eksik/hatalı projeden çok daha iyi gözüktüğü. Bazen Az > Çok.

* Halka açık veya bir firmaya gönderdiğiniz projede Asset Store'da parayla satılan bir asset'in olması bence kötü gözüküyor. (Bu yasal değil zaten)

Sunday, December 4, 2022

Wednesday dizisi hakkındaki görüşlerim

 

Wednesday Addams benim kendime yakın gördüğüm ve sevdiğim bir karakter. 23 Kasım'da Netflix'te gösterime girmiş olan bu diziyi kesinlikle izlemem gerekiyordu, bugün bitirdim ve düşüncelerimi yazacağım (dizi eleştirmeni falan değilim elbette, kişisel görüşlerim olacak).

Başta başroldeki Jenna Ortega'nınki olmak üzere dizinin oyunculuğu mükemmel olmuş. Özellikle Goo Goo Muck eşliğindeki dans çok iyi bir performans, internet dünyası da benim gibi düşünüyor olmalı ki bu aralar Facebook'ta dolaşırken gördüğüm her 7 gönderiden birisi falan bu dans sahnesi. Wednesday'in oda arkadaşı Enid'i canlandıran Emma Myers'ı ileride The Sandman'de Delirium'u canlandırırken görmeyi çok isterim. 1991 ve 1993 yıllarındaki filmlerde Wednesday'i canlandıran Christina Ricci'yi bu dizide görmek de sevindiriciydi.

Dizinin senaryosunu sürükleyici ve eğlenceli buldum. Her bölüm bittiğinde kendimi bir sonraki bölümde neler olacağını merak ederken buldum. Wednesday gibi bir karakterin diyaloglarını hakkını vererek yazmak zor bir iş, bunu başarmışlar.

Diziyi izlemeden önceki beklentim dizinin filmlerdeki gibi çoğunlukla komedi odaklı olmasıydı. Dizide gerilim/korku öğeleri de barınıyor, her ne kadar beni rahatsız etmemiş (hatta hoşuma gitmiş) olsa da bu açıdan diziyi filmleri sevmiş herkese tavsiye edemem.

Antagonist yaratığın CGI'ını sevemedim. Tim Burton o karakterin özellikle mi o şekilde olmasını istemiş, anlayamadım, ama o yaratık ikna edici gözükmüyordu, CGI'lı başka karakterlerin aksine.

Wednesday'in bilinen karakterinin dışına çıkması eleştirilmiş, mesela Enid'le arkadaş haline gelmesi ve bir karakterle aralarında romantizmin başlaması. Bunları ben karakter gelişimi olarak görüyorum, bir de bu şeyler zaten Addams Family Values'ta da yok muydu?

Sonuç olarak, Wednesday dizisini çok beğendim ve ikinci sezoununu merakla bekliyorum.



Wednesday, November 30, 2022

30 Kasım 2022 Dondurması

Bugünün Kasım'ın son günü olması şerefine bir dondurma yedim ve şimdi bu blog gönderisini yazıyorum.

Bu aralar canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Ekim'in başında yaptığım Ten Seconds A Demon'dan sonra işim dışında oyun yapımıyla ilgili hiçbir şey yapmadım, yapmak istemedim.

Gönderi bu kadar.

 

Wednesday, November 16, 2022

Eş dostla indie oyunu yapmak

Bugün buraya yazmak istediğim konu, yakın arkadaşlarla ortak olup indie oyun yapma süreçleri. Bugün Twitter'da gördüğüm iki flood (https://twitter.com/EmreBugday11/status/1592659165511811073 https://twitter.com/adrenomicon/status/1592838844189413378) bana bu yazıyı yazmam konusunda ilham verdi. Bu söylediklerim indie oyun yapımıyla ilgili olsa da diğer girişimcilik çalışmaları için de geçerli olacağını düşünüyorum.

Yakın arkadaşlarla, eş/sevgiliyle beraber uzun soluklu bir projede çalışırken yaşayacağınız sorunlardan birisi bazı konularda karar birliğine varmanın zorluğu. Eğer belli konularda son kararı verecek rolde bir ekip üyesi yoksa karar alma aşamasında çıkmaza girmeniz muhtemel. Veya herkesi memnun edebilmek için herkesin istediğini projeye eklemeye çalışmak. Projede çalışan yakın arkadaşlarınız, eşiniz/sevgiliniz arasında bir karar hiyerarşisi bulunması çok sevimli bir durum değil ama bir projenin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için gerekli olduğunu düşünüyorum. Ekipteki herkesin gönlünü hoş tutmak adına, projeye dair tüm isteklerini kabul etmeye çalışmak da ortaya çıkan ürünü olumsuz bir şekilde etkileyebilir. Ürünü önceden belirlenen vizyondan çok uzaklaştırabilir, tutarsızlıklara sebebiyet verebilir.

Burada karar verici kişinin ekipteki diğer üyelerin uzmanlıklarına kesinlikle saygı göstermesi de ayrıca önemli bir nokta. Karar vericinin kendisinin uzman olmadığı bir alanda, uzman arkadaşının tekniğine karışması kötü bir işin ortaya çıkmasına neden olacağı gibi, bir de arkadaşın motivasyonunun kaybolmasına neden olacaktır.

Eğer ekipte tek bir son karar verici olmayacaksa, en azından hangi konularda kimin kararları vereceğinin net bir şekilde belirlenmesi gerek.

Oyunlar eğlence odaklı ürünler olsa da oyun üretmek her zaman eğlenceli bir süreç olarak ilerlemiyor. Yakın arkadaşlarınızla oyun yaptığınızda aranızda kavgalar çıkabilir, buna hazır olmanız lazım. Bunu şahsen geçmişte tecrübe ettim ama arkadaşımla aramızdaki bağ, aramızın tekrar düzelebileceği kadar güçlüydü.

Ama kavga etmekten daha kötü bir şey söyleyeyim: Kavga edememek. Arkadaşınızı kırmamak adına arkadaşınızın yapması gerektiği halde yapmadığı, yapmaması gerektiği halde yaptığı şeyleri ona söyleyemediğiniz zaman bu sorun projenin ortasında kalıyor. Konuşulmamış sorunlar ileride başka şekillerde patlıyor.

Biraz konudan sapacağım ama hiç tanımadığınız kişilerle ortak olma konusuna da değineyim. Bir işte birisiyle ortak olmak evlilik gibi bir mesele. Nasıl iki gün önce varlığından haberdar olduğunuz bir insanla bugün evlenmezseniz (umarım böyle bir şey yapmazsınız), aynı şekilde varlığından iki gün önce haberdar olduğunuz birisiyle iş kurmak da sakıncalı. Daha önce hiçbir iletişimim olmayan birisi bana ortaklık teklif ettiğinde (geçmişte birkaç kez oldu) ben bunu o kişinin iş dünyasını yeterince tanımadığıyla ilgili kırmızı bir bayrak olarak görüyorum. Instagram'da gördüğünüz birisine iki dakika sonra evlilik teklif etmek gibi absürt bir durum.

Benim tavsiyem, eğer bir ekip olarak uzun soluklu bir projeye girişecekseniz ilk önce beraber bir game jam'e girmeniz, gerçek bir deadline'ın varlığında jam oyunu yapmaya çalışmanız. Birbirinizle uyumunuzu, kimyanızı bu şekilde önceden az da olsa deneyimleyebilirsiniz.

Ekip halinde oyun yaparken ihtiyaç duyduğunuz tek yetenek teknik/sanatsal yetenekler değil, aynı zamanda da insan ilişkilerine dair yetenek.

Thursday, April 14, 2022

Ludum Dare 50'den gözüme çarpan oyunlar (1)

Bu yazımda çok ünlü bir oyun yapma etkinliği Ludum Dare'den ve geçen haftalarda düzenlenmiş olan 50'inci etkinliği kapsamında üretilmiş, ilgimi çekmiş oyunlardan bahsedeceğim.


Öncelikle Ludum Dare nedir?

Ludum Dare yılda 2 kere düzenlenen, katıldığınız kategoriye göre 48 veya 72 saat süren bir oyun yapma etkinliği, maddi bir ödülü olmayan bir yarışma. Compo kategorisinde oyunun her şeyini sizin 48 saat için yapmanız ve oyunun kaynak kodunu açmanız bekleniyor. Jam kategorisinde 72 saatiniz var ve takım olarak çalışmanız serbest. Benim gibi oyun yapmayı seven insanlar tarafından yüksek bir katılım görüyor.

Bir de bu 50'nci etkinlikle beraber Extra kategorisi de çıktı, oyununuzu yapmanız için çok daha uzun bir süreniz var, oyununuz bu kategoride bir yarışmaya girmiyor.

Her etkinlik öncesinde katılımcılar tarafından temalar oylanıyor. En çok oy veren tema etkinliğin başında duyuruluyor.

LD50'ye Cursed Unicorn isimli bir oyunla Compo kategorisinde katıldım ama yazının konusu bu değil.

İlgimi çeken oyunlar

Ludum Dare'nin özelliklerinden birisi sizin oyununuzun görünür olması için başka oyunlara da oy vermenizin, yorum yapmanızın, haliyle bu oyunları incelemenizin gerekliliği. LD50'de çok sayıda oyunu oynadım, en ilginç gördüklerimi sıralayacağım.

LD50'nin teması "Kaçınılmaz olanı ertele" oldu. Haliyle oyunlardan bazıları ölümün kaçınılmazlığıyla alakalıydı. Bazıları yine ölümün kaçınılmaz olduğu, günümüzün popüler PC oyunu Vampire Survivors'tan esinleniyordu (benimkisi dahil). Hatta bizim katılımcılar olarak bu temaya oy vermemizin nedeninin Vampire Survivors benzeri oyunlar yapmak için bahane üretmek olduğunu düşünmüyor değilim :)

Beyond The Veil

LD50'deki favori oyunum sanırım Beyond the Veil. Hikayesiyle, müzikleriyle, seslendirmesiyle, görselliğiyle beni çok etkiledi.

Zalim bir krallık için savaşmış bir şövalye olarak bir gece ansızın Ölüm'le karşılaşıyorsunuz. Hayatınızın sonuna gelmişsiniz. Pazarlık ediyorsunuz, daha önceden Ölüm'ü kandırmış başka bir askeri öldürebileceğinizi söylüyorsunuz ve Ölüm bunu kabul ediyor. Oyunun hikayesi sizin geçmişte bu zalim krallığa hizmet ederek işlediğiniz suçların kefareti üzerine kurulu.

Kart tabanlı oyunlar bana çok hitap etmez, Beyond the Veil'ın oyun kısmı başladığında da oyunun geri kalanını sevmeyeceğimi düşünmüştüm. Yanılmışım, çok keyif alarak oynadım.

Oyundaki Ölüm dışındaki karakterlerin isimleri Knight, Queen, Bishop ve Rook. Oradan da beni yakaladı.

Görsel tarzı ve konusuyla ilgimi çeken bir oyun oldu We Need To Talk.

Oyunda kız arkadaşımız bizimle önemli bir konu hakkında konuşmak istediğini söylüyor. Amacımız konuyu mümkün olduğunca değiştirmek. Asıl konuyu değiştirmek için ortaya atabileceğimiz konular yön tuşları kombinasyonlarıyla altta çıkıyor, bu kombinasyonları tekrarlayıp kız arkadaşımızın konuşmak istediği konuyu erteliyoruz.

Basit bir mekaniğe sahip, keyifli bir oyun. Oyunun kaçınılmaz sonu da eğlenceli.

Elephant In The Room

Odanın içinde, tam da masanın üstünde bir fil var ve sizin amacınız masadakilerin fili fark etmesini engellemek. Konuyu değiştirmek için metin kutusuna bir şeyler yazıyorsunuz ve masadakiler bu konu hakkında konuşuyor.

Oyunu ilginç kılan öğe, sizin gerçekten de yazdığınız konuyla ilgili bir şeyler söyleniyor olması. Yapımcının bunu nasıl başardığını öğrenince büyüsü benim için biraz bozuldu ama sizin bu oyunu bir denemenizi tavsiye ederim.

 

İlgimi çeken birkaç oyun daha oldu, onlara bir sonraki blog yazımda değinmeyi düşünüyorum. Şimdilik sağlıcakla kalın!

 

Sunday, March 20, 2022

Bilinç 2.0

Uzun süredir hikaye yazmıyordum. Bu sefer bir bilimkurgu hikayesi ile karşınızdayım, amatör bir yazar olarak.

-----

 Ben hayatım boyunca bir internet bağımlısıydım. Ya da şöyle mi demeliyim, "Bir bedenim varken internet bağımlısıydım, şimdi de"?

Sonsuz ömür diye bir şey yoktur. Sosyal medya platformları için de bu geçerli. Gençken müptelası olduğum bu platformlar teker teker kapandı. Sonsuz ömür diye bir şey yok, evet, ama yok olanın devamının gelmesi de daimi. "C0nsc" işte bu sosyal ağların devamı.

Sonsuz ömür bizlerin fani bedenleri için de yok. Ama teknoloji bizi inanılmaz noktalara taşıyabiliyor. Şu bulunduğumuz yıl için bu teknoloji size sıradan geliyor ama bilinci ölümlü insan bedeninden ayırıp internete bağlamak imkanı ilk ortaya çıktığı zaman aklımızı yitirmiştik. İnsanların beyinlerinin bedenlerinden çıkarılıp, işlevlerinin devamını sağlayacak küvezlerde saklanması, ve en önemlisi, internete bağlanması fikri çılgıncaydı. Ve C0nsc bunu gerçekleştirdi. Bedenleri iflas etmeye yaklaşan millennial'lar ve Z nesli olarak çoğumuz bu teknolojiye tüm -kısıtlı- maddi birikimimizi yatırdık. Geri kalan da ölümün belirsizliğini beklemeyi tercih etti, şu an onları bu kararından dolayı eleştiremiyorum.

Bildiğiniz gibi C0nsc, beyinleri ağa bağlanmış bilinçlerden oluşmuyor sadece. Bilinçleri halen bedenlerine bağlı insanlar da telefonlarından ve tabletlerinden sisteme dahil olabiliyor, tıpkı eski zamanların sosyal ağları gibi. C0nsc'ta çeşitli gruplar var, "yüklenmişler" ve "bedenliler" olarak C0nsc sistemine girişi izin verilen herkes birbirleriyle bu gruplarda fikir alışverişinde bulunabiliyor.

Bedenim varken bir sanatçıydım. Tablette çizimler yapardım. Halen bir sanatçıyım. Bilincim sisteme yüklendikten sonra ellere, tabletlere ihtiyacım kalmadı. Bilincimin yarattığı her şey piksellere dökülüyordu. Bunun verdiği özgürlüğü düşünsenize! Biz yüklenmişlerin yarattığı eserlere herkes bayılıyordu. Bilinçlere huzur aşılayan çalışmalarım olurdu.

Her şey kulağa ütopik geliyor, değil mi? Ama her ütopyanın kaderi bir distopyaya dönüşmektir.

Zamanla bedenliler ile yüklenmişler olarak kutuplaşmaya başladık. Kelimenin gerçek anlamıyla farklı dünyalarda yaşıyorduk. Gruplardaki konuşmaların büyük bir çoğunluğu bu iki kutup arasındaki kavgalara dönmüştü.

Gerçek dünyada algıladığım şeyleri C0nsc'ta algılamam mümkündü. Buzlu bir kahvenin tadını, taze çimen kokusunu, vesaire... Ama bunların gerçek olmadığını biliyordum, asla gerçeğin yerini tutamıyorlardı.

C0nsc içerisinde akıl sağlığımı yitirmem uzun sürmedi. Belki küvezdeki beynimin içindeki kimya tamamen bozulmuştu, bilmiyorum. Bildiğim, bunun tedavisini alamadığım. Bilincimin ürettiği sanatsal eserlere yansıdı bu. Artık çalışmalarım huzur vermiyordu, kimyası altüst olmuş beynimin huzursuzluğunu ve öfkesini yansıtan vahşet tabloları çıkıyordu bilincimden. Bunu da beğenenler vardı elbette, benim gibi başka huzursuz ruhlar.

Bir gün bir tartışma grubunda bir bedenliyle münakaşaya girdim. Konu 2034 yılında dijital platformlarda çıkan bir süperkahraman filmindeki cinsiyetçilikti. Öfke kontrolünü koruyamadım ve karşımdaki bedenliye ağza alınmayacak küfürler ettim. Tartışmada ben haklıydım. Ama ettiğim küfürler benim C0nsc'tan süresiz olarak atılmama neden oldu. Bilincim kapatılmadı ama başka bilinçlerle iletişime geçme imkanım elimden alındı. Zifiri karanlıkta yalnız kalmak mı daha kötü; yoksa okuduklarımla, gördüklerimle hiçbir şekilde etkileşime geçemeden salt bir izleyici olmak mı, bilmiyorum.

Şu an sadece yok oluşu bekliyorum. Ve devam etmemeyi.