Friday, June 28, 2013

Bir Tiranın Ütopyası ("Utopia of a Tyrant", GeziJam oyunu)




Yeni bir korku oyunu, Bir Tiranın Ütopyası ("Utopia of a Tyrant") ile karşınızdayım. Yine bir GDT Jam oyunu, bu seferki temamız Gezi olaylarıydı. Doğrusu Utopia of a Tyrant pek yeni bir oyun sayılmaz; 16 Haziran'da oyunu bitirip GDT Jam için yayınlamıştım. Oyundaki tek dil eskiden İngilizce'ydi, şimdi oyunun Türkçeye çevrilmesini de bitirdim. Burada duyurusunu yapmak için de bunu beklemiştim.

Hayat çok tuhaf. Bu olaylar patlak vermeden önce, "Self için çalışamadım. Yeni bir şirkette işe başladım, Robonomy diye bir oyun yaptık! İşte Robonomy!" diye bir blog yazısı yazacaktım. Robonomy'nin duyurusundan da önce, bu dönemdeki üçüncü oyun olan Utopia of a Tyrant'ı bitirdim ve onun duyurusunu yapıyorum şimdi. Hayat tuhaf işte. Vapurlar filan. (Robonomy de iyi gidiyor, ama onun resmî duyurusunu piyasaya çıktıktan sonra yapacağım.)





Bir Tiranın Ütopyası'nı anlatmaya başlamadan önce Gezi Jam'den bahsedeyim. Game Developer Turkeys grubunun bu yeni oyun geliştirme etkinliğinin teması, son haftalarda ülkemizde patlak veren Gezi eylemleriydi (aslında bu eylemlere "Gezi eylemi" demek ne kadar doğru, bilmiyorum. Biraz beyni olan herkes bu eylemin sadece Gezi Parkı için yapılmadığını, Gezi'nin sadece bir kıvılcım olduğunun farkındadır herhalde). Yapılan diğer oyunlara da bir göz atmanızı isterim; hem verdiği mesaj, hem de oyun olarak gerçekten başarılı çalışmalar var. Benimkisi aralarındaki en karamsar, karanlık oyun oldu.

Gördüğünüz gibi, yine machinima tekniğini kullandım. Half-Life 2 ve Left 4 Dead 2'nin kaplamalarını, modellerini kullanıp 3D sahneler yarattım. Bu sahnelerin render'larını da Adventure Game Studio'daki asıl oyunun görselleri olarak kullandım. Benim klasik yöntem işte.

Odaklanmak istediğim konu, polis vahşeti ve totalitarizm. Savaş suçu sayılacak suçlar işlendi bu ülkede, hem de kendi halkımıza karşı. Yaşam ve ölüm kadar ciddi bir sorun var önümüzde. Bu konu hakkında neşeli, komik, renkli bir oyun yapmam imkansızdı. Öfkeliyim, tedirginim, huzursuzum. Bir Tiranın Ütopyası; bu öfkemin, endişemin dışavurumudur.

Vicdan... Merhamet... Özgür düşünceler... Bu kelimeleri duyuyorum. Ama yüzünüze kalıcı bir gaz maskesi diktiklerinde bunları hissetmeniz zordur. Veya vicdaniyetin nasıl bir şey olduğunu hatırlamanız. Siz sadece, bir Efendi'den emirler alıp sorgusuz sualsiz yerine getiren bir yaratığa dönüşürsünüz.

Hayali bir gelecekteki Lintonya ülkesinde yaşayan, insanlığını çok uzun bir süre önce kaybetmiş bir polisi yönetiyoruz. Karakolumuza genç bir protestocu kız getirilir, görevimiz onu sorgulamak. Siz oyuncu olarak merhametli, iyi niyetli olabilirsiniz. Ama karakterimiz değil.



Hayatım boyunca çıkardığım en cesur çalışma bu oldu. Polis kurumunu bu kadar sert bir şekilde eleştiren bir oyunla nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Eylem yanlısı olduğum için bazı oyuncularım beni kafadan silecek, tahmin edebiliyorum (eğer beni "Vatanı bölmeye çalışan, pis provakatör!" olarak görüyorsanız, lütfen şu yazımı da okuyun) (Polis şiddeti hakkında düşündüklerimi de buradan okuyabilirsiniz). Benim niyetimin yanlış anlaşılması beni çok üzer; umudum, bizim neleri savunduğumuzun bir gün tüm iyi niyetli insanlar tarafından anlaşılması.

Belki hapse gireceğim? Hoş, kimsenin beni, dandik bir oyun için hapse gönderecek kadar salladığını sanmıyorum. Bir ihtimal işte.

Başka bir kaygım da siyasi olarak tamamen aynı fikirde olduğum insanların, benim konuyu işleyişimi beğenmemesiydi. Açıkça söylemek gerekirse, ben hayatım boyunca hiç bu oyunda betimlediğim tarzda bir şiddeti görmedim (inşallah bu böyle devam eder de!). Ve Bir Tiranın Ütopyası'nda da biz olaylara, kendisinin haklı olduğuna inancı sağlam bir sadistin perspektifinden bakıyoruz. Meşrulaştırılmış şiddetin, faşist bir sistem tarafından köleleştirilmenin korkunçluğunu ben en çarpıcı bu şekilde ifade edebilirdim. Ama insanların, özellikle de bu tip şiddete maruz kalmış olanların, bu oyuna olacak yaklaşımını kestiremiyordum. Kendi kendime sorduğum "Hayatım boyunca gerçekten yaşadığım şeyleri böyle bir oyunda görseydim, tepkim nasıl olurdu?" empati sorusuna ben "Olumlu olurdu, oyunu desteklerdim, olayın korkunçluğunu ifade etmiş çünkü!" yanıtını verdim, aksi takdirde bu oyunu yapmaya cesaret edemezdim. Şu ana kadar aldığım yorumların olumlu yönde olması beni rahatlattı biraz.

Yayınlamaktan dolayı ürktüğüm bir oyun oldu Bir Tiranın Ütopyası. Ama Eddard Stark'ın sözünü hatırlayalım; "Bir insan korkuyorken bile cesur olabilir mi? Evet. Bu onun cesur olabileceği tek vakittir."

İndirme linki

Bir Tiranın Ütopyası v1.1 (Windows için, 48.2 MB)
Oyun hem Türkçe, hem İngilizce dil desteğine sahiptir. winsetup.exe'den oyunun dilini değiştirebilirsiniz (ki default olarak Türkçe zaten)

Friday, June 14, 2013

Düşünceler silsilesi

Bu yazımda empati, şiddetin meşruluğu, apolitiklik gibi konulara değineceğim biraz. Bu yazdıklarım benim duygularım, gözlemlerim ve inançlarımdır. Üstün bir politika bilgisine sahip olduğumu iddia etmiyorum. İddia edebileceğim tek şey dürüstlüğüm.

Şiddetin meşruluğu ve empati
İnancım, bizim özellikle bu dönemde en çok ihtiyaç duyduğumuz şeylerden birisinin empati ve birlik duygusu olduğu yönünde. Bu, biz eylemcilerin kendi aramızdaki birlikle sınırlı değil sadece. Kendilerine anlatılan bütüüün bu yalanların farkına varmayıp halen safça AKP'yi destekleyen vatandaşlar da dahil buna.


Beni en çok yaralayan şeylerden birisi; polisin, eylemcilere karşı uyguladığı şiddete "Ooooh, iyi olmuş! Vatan, din düşmanları sizi!" tepkisini veren insanlar. Onlarla da empati kurmayı denedim. Ve korkunç bir şeyi fark ettim: Eskiden ben de bu insanlarla aynı taraftaydım! Tamam, ben hiç "Oooh! İyi vurdular!" gibi sadist yorumlar yazmadım, polis şiddeti mağduru bir insana "Geber ol!" yazacak kadar kudurmadım asla. Ama benim vatan haini, zararlı varlıklar olarak gördüğüm insanların orantısız şiddete maruz kalmasına karşı apatetiktim. Benimle zıt görüşlere sahip bir milletvekilinin bir protesto esnasında polisten yumruk yemesinden keyif almıştım. Bundan ötürü kendimden utanıyorum şu an. (Şimdiden belirteyim, "Bu insanlar haklı mıydı, haksız mıydı?"yı -en azından bu yazıda- tartışmak istemiyorum.)

Düşünce suçundan hapse girenler için "Onlar da çok ileri gitmişler canım," derdim. Şimdi ise, attığım birkaç tweet veya yarın yayınlayacağım bir oyun yüzünden kapımda polisleri görmek beni çok şaşırtmayacak.

Bizim zarar görmemizden mutlu olan insanlarla, maalesef, bir nebze de olsa empati kurmayı başardım. Onlar için biz teröristiz. Durdurulması için her yolun mübah olduğu kanseriz. Ana akım medyadan ve çevrelerinden duydukları bu. Haklı olduğumuzu biz biliyoruz, ama bunu onlara anlatmamız lazım. Belki yine aşırı iyimser bir umut bu; ama benim kendimle ilgili farkına vardığım iğrençliği onlar da görür.

Ana akım medya, valiler bize kim bilir ne yalanlar söyledi geçmişte? Özellikle de internet yokken elimizde. Ne yalanlar söylendi ki Adalet Ana'nın kılıcını kuşandık, insanları kendi vicdanlarımızda infaz ettik?

Allah'tan dileğim, hepimiz için gerçek adalet. Karşısındaki onurlu insanları yenmek için onlara iğrenç iftiralar atmaktan çekinmeyeceklerin, keyfî bir şekilde zulüm uygulayanların, karşısındakinin en temel insanî haklarını çatır çatır çiğneyenlerin, kendi menfaatleri için bizi birbirimize düşürenlerin nasıl bir şekilde cezalandırılması gerektiğini ben bilmiyorum.

Apolitiklik
Günlük hayatta, bu kelimeyi gerçek anlamından farklı bir şekilde kullandığımıza inanıyorum. Vikisözlük'teki karşılığı "Siyasi görüş ve olaylardan habersiz veya onlara kayıtsız kalan.". Wikipedia makalesinde de yine bu anlam var. Oysaki günlük hayatta "Ben apolitiğim. Meclisteki hiçbir parti beni temsil etmiyor. Ama Bilmemkim Bilmemkim'den nefret ediyorum. Aslında bilmemne bilmem ne'ye ihtiyacımız var. Geçen Bilmemne'yi imzaladılar, çok kötü oldu." şeklinde politika geyiği yapabiliyoruz! Benim sözlüklerde gördüğüm apolitika, Apolitikler Derneği'nden Anlamlı Çıkış videosundaki tiplemelerdir.

Eğer mecliste tam da sizin taleplerinizi yerine getiren bir parti olsaydı, o zaman yine kendinizi "apolitik" olarak tanımlar mıydınız? Hayır mı? Peki bir şeyin (mesela bu sizin seveceğiniz partinin) var olup olmaması, sizin kendinizi nasıl tanımladığınızı değiştirmeli mi?

Sizce yanılıyor muyum?

Bu "yanlış anlam" konusuna niye taktım? Çünkü ben inanıyorum ki; felsefî tartışmalarda en önemli olan şeylerden birisi, bizim kullandığımız kelimelerin bizim ve karşımızdaki için neyi ifade ettiği. Mesela "Sokakta öpüşmek ahlaklı mıdır?" tartışmasının temelinde "Ahlak nedir?" yatar.

Ek olarak; kullandığımız kelimeler, düşüncelerimizin şekillenmesinde de rol oynar. Kelimeler güçlüdür.

Thursday, June 6, 2013

Karşıt görüşe hitaben,

Eğer "eylemleri destekleyen" ve "eylemlere karşı çıkanlar" diye iki grup varsa, ben destekleyen taraftayım. Bu yazının hedef kitlesi, benimle karşıt görüşe sahip olanlardır. Eğer zıt görüşlere sahipsek, sizden ricam, yazımı okumanızdır. Eğer biz halk olarak farklı görüşlere bölünmüşsek, inanıyorum ki, bunun nedenlerinden birisi iletişim kopukluğudur.

Bu eylemlere hâlen "Pis vatan hainlerinin çıkardığı şiddet! Sizin yüzünüzden polisimiz şehit oldu!" şeklinde yaklaşan insanların olduğunu görüyorum. Özellikle Twitter'daki #sehitkomisermustafasari hashtag'i altında gördüklerim beni o denli rahatsız etti ki, 140 karakterle kısıtlanması imkânsız bir cevap yazısı yazmaya sevk etti beni.

Biz epey kalabalık, lidersiz bir oluşumuz. Benim buraya, bloga, Twitter'a yazdıklarımın tamamı, eylemdeki insanların tamamına mal edilemez (demek istediğim, eğer ben hatalı bir şey yazarsam, bunu "İşte bütün eylemciler böyle!" diye algılamayınız). Etrafa zarar veren vandallar da olabilir aramızda (bu zarar verenlerin önemli bir kısmı aslında amacı eylem yapmak olmayan provakatörler olsa da). Hepimizin tek tipteki insanlar olmasını beklemeyin. Ama genel bir amaç var; ülkeyi, daha iyi bir noktaya taşımak, diktatörlükten kurtulmak. Biz bunu sadece kendimiz için değil, SİZİN İÇİN DE istiyoruz.

Kafanızda "Hayattan hiçbir beklentisi olmayan, elalemin malına zarar vermekten zevk alan, hırsız, şiddet yanlısı" şeklinde bir eylemci tipi oluştuğunu biliyorum. Benim bu eyleme katılan arkadaşlarım, hocalarımın HİÇBİRİ bu tipteki insanlar değil. Benim Steam hesabımın malî değerine bir göz atmanızı istiyorum. O sayfada gördüğünüz oyunların neredeyse tamamını ben torrentten yasadışı bir şekilde, hiçbir ücret ödemeden elde edebilirdim. Ama yapmadım. Bilgisayar oyunu gibi "boş" bir uğraş için sadece Steam'de 450 dolar gibi bir ücret ödeyebilecek durumdayım. Bu eylemlerin öncesinde de, dışarı çıkmak istediğim zaman, Tunalı Hilmi'deki güzel restoranlara gidip istediğimi yiyip içebilecek durumdaydım (ve bir şey de değişmedi benim açımdan). Steam hesabı daha da pahalı olan, benden de zengin arkadaşlarım var ve onlar bu eyleme benden de çok katılıyor.


Blog sayfama da biraz göz atmanızı rica ediyorum. Sizce ben, o televizyonlarda gördüğünüz "terörist", "çapulcu" tanımına uyuyor muyum? "Programcılık tavsiyeleri" isimli bir yazı yayınlayan, hayatının büyük bir kısmını bilgisayar başında geçirmeyi tercih eden, İngilizce roman okuyabilecek kadar eğitimli bir insanın dışarı çıkıp polise molotof kokteyl atacağını, yoldaki arabaların camlarını indireceğini mi sanıyorsunuz? Ben ve arkadaşlarım eğitimli insanlarız, yeterince İngilizce de biliyoruz, eğer olay sadece "Şimdi bu ayyaşlar içki içemeyecek" olsa idi, hepimiz yurtdışına siktirip gidebilirdik. Bizim için çok daha kolay olurdu; ne sinir harbi, ne de eylem harbi geçirmezdik. Ama gitmedik. Bu bayrak senin, benim, hepimizin.

Ölen polis memuru ve geride kalan ailesi için gerçekten üzülüyoruz, bize inanın, inanmayın. Ama sanki eylemciler onu linç ederek öldürmüş, sokağa çıkan herkesin amacı polis öldürmekmiş gibi davranılması da haksızlık.

Medya

Olayları çoğunlukla ana akım medyadan takip ettiğinizi düşünüyorum. Eğer kafanızda "Pis çapulcu eylemciler" imajı varsa bunun en önemli nedeni bu. Çünkü haberler çarpıtılıyor, saklanıyor. Eylem ilk başladığı gün, uluslararası CNN kanalı bu toplanan binlerce kişinin haberini yaptı. Bu sırada CNN Türk, penguen belgeseli veriyordu. Yabancı basında ve meydanlarda birebir gördüğümüz pek çok şeyi Türk basınında (Halk TV gibi istisnalar dışında) göremiyoruz. Dün Rize'de ikinci bir Madımak Katliamı'nın eşiğinden dönüldü belki, ama bu olaylar esnasında Türk televizyonlarında eğlence programları ve diziler oynatılıyordu.

Sadece yerde oturan eylemcileri açıkça sadistik bir zevkle döven, eylemcilere suç atabilmek için dükkanların camlarını kıran polis memurlarını; yerlerdeki çöpleri toplayan, çıkan yangınları söndürmek için imece usûlü su taşıyan, yaralanan bir polis memuruna ilk yardım uygulayan, kedi-köpeklere gaz maskesi takan eylemcileri, Tunalı Hilmi eylemi öncesinde millet provokasyona gelsin diye yerlere taş taşıyan belediye işçilerini hiç Türk medyasında gördünüz mü? Occupy Gezi Pics ve Delilim Var benim bildiğim, bu tür resimlerin derlendiği sitelerden sadece ikisi. Başka bir eylemcinin yere düşen iPhone 5'ini sahibine vermek için çırpınan eylemci (istese cebine atabilecekken), camları indirilmiş bir dükkânın önünde bütün gece "gece yağmalanmasın" diye nöbet bekleyen eylemciler (ki dükkanla alakaları yok tabi ki, oranın sahibinin çocukları filan değil), kolkola girmiş türbanlı ve eşcinsel eylemciler benim güvendiğim insanlardan duyduklarım.

Devlet
Öncelikle şunu belirteyim: Ben devlet ve düzen karşıtı bir insan değilim kesinlikle. Ama bu, devlet kavramını ("neden ve kimin için var olmalı?") sorgulamayacağım anlamına gelmiyor.

İster evrime, ister Hz. Adem'e inanın, şuna inanmadığınıza eminim: "Allah, devlet binalarını ilk insanlarla birlikte yarattı. İlk insanlar devlet memuruydu; insanlara verilen görev, devleti sürdürmekti". Hayır. Başlangıçta küçük insan topluluklarıydık. Zamanla bu küçük topluluklar bir araya gelip daha büyük topluluklar oluşturdukça, hayatımızı ve toplumu sürdürecek, koruyacak görevleri dağıtmaya, organizasyona ihtiyaç duyduk. Devlet kavramı insanların ihtiyaçları sonucunda ortaya çıktı. Öyle değil mi?

Düzen ve organizasyon gereklidir. Birden fazla kişi kıytırık bir bilgisayar oyunu yaparken bile çalışmalarının bir düzen çerçevesinde ilerlemesine ihtiyaç duyar. Ama gözlemlediğim bir takım insanlar, devletin ideal amacının toplumun düzgün bir şekilde yoluna devam etmesi olduğunun farkında değiller. Bu eylemle ilgili "Ooooh, devlet sizin başınızı iyi eziyor! Eğer bir gün ben de devlete baş kaldırırsam benim de başımı ezsin, canım kurban!", "Devlet size ne hak veriyorsa onunla idare edeceksiniz, daha fazla hak istiyorsanız defolun gidin!" benzeri yazılar gördüm. Merak ediyorum; eğer mutlak monarşiyle yönetilseydik (ki izin vermezsek bu gerçekleşecek), "Eğer bir erkekle kadın evlenecekse, evlendikleri gece, o şehrin lordu kadınla birlikte olacak!", "Biz istersek sizin evinizi yıkıp sizi sokağa atabiliriz" tarzı kanunlar çıksaydı yine "Aaa, bunlar kanunmuş. Riayet etmek bizim zorunluluğumuz" mu denirdi?


Son olarak, Yargıçlar Sendikası'nın başbakana yazdığı açık mektubu LÜTFEN AMA LÜTFEN okuyun. Hadi ben bir oyun yapımcısıyım, yaptığım işi küçük görüp benim fikirlerimi önemsemeyebilirsiniz. Bizim karşı çıktığımız şeyin sadece iki ağacın kesilmesinden ibaret olmadığını göreceksiniz.

Tuesday, June 4, 2013

Biz burada Devrim yapıyoruz, sinyorita!

Bu son olaylarla ilgili kişisel düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Zaten herkesin bildiği şeyleri tekrar ettiğim, haber niteliğinde bir yazı olmayacak bu.

Siyasi konularda müthiş bilgili bir insan olduğumu iddia etmiyorum kesinlikle. Bunlar sadece kişisel görüşlerim. Her zaman yorumlara açığım.

Bu olayların patlaması aslında beni mutlu etti, genel olarak. Hayır; artık "kardeşlerim" olarak isimlendirdiğim devrimci arkadaşlarımın şiddete maruz kalması, gözaltına alınması, bir kısmının gözlerini, hayatlarını kaybetmesi çok üzücü. Esnafın dükkanlarının, şehirlerimizin zarar görmesi de öyle (ki vandalistleri "kardeşlerim" dediğim kitleden ayrı tutuyorum. [Bu zararı verenin genellikle polisin kendisinin olduğunu biliyoruz, ama polis olmayan vandalistler de vardır herhalde)].

Peki neden mutlu etti beni bu olaylar? Çünkü nihayet tepkimizi efektif bir şekilde göstermeye başladık. Önceden yazıyorduk, çiziyorduk, Facebook'ta haberler paylaşıyorduk, ama bir şeyin değiştiği de yoktu. Peki ya seçim sandıkları? Seçimin hilesiz olduğuna inanmıyorsunuz, değil mi? İşi fizikselleştirmemiz gerekiyordu. Sokaklara akın etmemiz. Ve şu an yapılan şey tam olarak bu!

Bir kral neden güçlüdür? Neden yaptırım gücü vardır? Tek başınayken fiziksel olarak çok güçlü olduğu için mi? Hayır. Onu koruyabilecek ve dediklerini yapan, fiziksel kuvvete sahip, silah taşıyan insanları kendisi için çalışmaya ikna ettiği için. Ve ülkenin belirli noktalarındaki kişileri de ikna eder, onların altındakiler de üstlerinin (dolayısıyla, kralın) istediklerini yapmak zorunda hissederler. Güç eksponansiyel şekilde artar, siz güç kazandıkça başkaları da kendilerini size katılmak zorunda hisseder.

(Güya "Zaten herkesin bildiği şeyleri tekrar ettiğim bir yazı olmayacak bu." dedim, 1000 yıllık geyiği yaptım. Neyse.)

AKP üyelerinin tek başlarına pek bir güçleri olduğuna inanmıyorum. Diktatörlük konumuna bürokratik bir şekilde, önemliymiş gibi duran kağıt parçalarıyla geldiklerine inanıyorum. Onların yalakalığını yapan güçlü finsansal oluşumlar, AKP gücünü kaybettikten sonra yanlarında olmayacak. Güç nasıl eksponansiyel kazanılıyorsa, o hızda da düşer.

Bizim önümüzdeki en büyük engel, gördüğüm kadarıyla, fiziksel kuvvete sahip teşkilatın AKP'yi koruması. Onları kendi tarafımıza çekmenin gerekliliğne inanıyorum. Polisleri eğer farkına vardırabilirsek bu yazdıklarıma, kendi tarafımıza çekebiliriz belki. AKP milletvekili çocuğunun polisleri sıraya dizdirdiği resmi Kızılay'daki reklam panosunda gösterebilsek... Hayalci miyim? Evet. Ama bu işi "Tüm polisleri döve döve meclise ulaşalım! Kan dökelim!" şeklinde çözebileceğimize de inanmıyorum. Bu barışçıl bir şekilde çözülmeli.

Şiddet, şiddeti doğurur. Polislere karşı inanılmaz öfkeliyim; göz altına aldığı bir eylemci kızı tecavüz etmekle tehdit eden, insanların suratlarına bombaları gülerek atan polisleri duydum. Savaşta bile yapılmaması gereken şeyler yapıldı. Ama bizim şiddet uygulamamızın bize çözüm getireceğine de inanmıyorum (hem hümanist, hem de mantıklı bakış açısıyla). Okuduğum bir yazıda bir gösterici, gösteri alanı dışarısında polislerle sohbet etme imkanı bulmuştu. "Bize taş atmadığınız sürece size saldırmak istemiyoruz. Ve evet, malesef teşkilatta psikopatlar var" demiş polisler. (O yazıyı bulursam paylaşacağım)

Biz devlet görevlilerine X derecede şiddet uygulayacaksak, adamlar ellerinde X + 1'inci derecedeki şiddeti uygulayacak araçları devreye sokarlar.


Bu olaylarda haklı olan biziz. Bunu onlar da (en azından bir kısmı) biliyor. Bizim tarafımıza geçmeleri tek gecede olacak şey değil. Bizim polislere şiddet uygulamamızla da olacak şey değil.

Askeriyeden bahsetmedim, evet. Bu Devrim süreci boyunca herhangi bir rol oynayacaklarını sanmıyorum. Oynasalar bile bizim lehimize olmayacak. Halka yardım etmeye cesaretleri olsaydı şimdiye kadar çoktan yapmışlardı. Eğer polisi bir şekilde şiddet yoluyla yenersek askeriyeyi karşımızda bile görebiliriz; polis engelini barışçıl bir şekilde aşmak için ayrı bir neden.

Hoş; eskiden "Asker işe el atarsa modern Türkiye kurtulacak!" düşüncesine sahiptim. Artık değilim. Mısır'da askerî darbeden sonra pek bir şey değişmemiş. Biz halk olarak kendi başımızın çaresine bakmalıyız.

Sevinçli olmamın başka bir nedeni; eskiden birbirlerinin gırtlağına yapışacak farklı kesimlerden insanların tek bir düşman karşısında tek yürek olması. Ortadan futbolu kaldırsak belki de birbirleriyle kan kardeş olacak insanların birbirleriyle kavga etmesini hep saçma bulmuşumdur. "Din vs Atatürkçülük" şeklindeki; sanki bir insan sadece ya Atatürkçü, ya da dindar olabilirmiş gibi, ilkokul seviyesindeki mantığı da. Bu konuda başbakana teşekkürlerimizi sunabiliriz, artık biz bir bütünüz. Ve umarım bu olaylar bittikten sonra da görüş ayrılıklarımız, birbirimize karşı duyduğumuz saygıyı ortadan kaldırmaz, fikirlerimizi sağlıklı bir şekilde sorgulayabiliriz.

Meydanlardaki kardeşlerim, lütfen asla pes etmeyin! Kazanmaya ilk kez bu kadar çok yaklaştık.