Thursday, July 23, 2009

Pikşırs

Bodrum'dan geldim, işte fotoğraflar (bazı resimleri blogta daha iyi görünsünler diye crop ettim, üstlerine tıkladığınızda orijinal hallerini görebilirsiniz).

Bu arada Blogspot'ta artık postlara tepkiler verilebiliyor, bugün blogumda tepki yoklaması özelliğini etkinleştirdim. Yazıların en altındalar.






Diffuse glow'u seviyorum.


Terlikle go-kart arabası kullanmak çok kötü bir fikirdi.







Guardian for Todza ve MDG. Daha fazla zaman geçirebilmeyi isterdim.





Neyzen heykeli






Heykeltraşın ustalığına ve ışıklandırmanın kullanımına hayran kaldım.

Sunday, July 19, 2009

Tatil & Çıkar

Bodrum tatilim devam edip oldukça güzel geçiyor. Fotoğraf makinemin kablosu evde kaldığı ve dizüstüne de düzgün bir resim düzenleme yazılımı kurmayı unuttuğum için şimdilik resim yayınlayamacağım, eve geldiğim zaman devasa bir photo post atarım.

Birkaç not:

*Bodrum çok güzel. En son 10 yıl önce geldiğim için ya ne kadar güzel olduğunu unutmuşum, ya da o zaman bu kadar güzel değildi. İlk iki gün Litera La Luna Hotel'de kaldık, şimdi askerî kampın hemen karşısındaki bir pansiyona, Çamlıca Köşk Apart Hotel'e yerleştik ve tatilimizin büyük çoğunluğu askerî kampta geçiyor diyebilirim (babam emekli albay). Kamp, otelden daha güzel. Oteldeki bazı şeyler çok güzel, diğerleri de çok kötüydü. Mesela bizim odamızın manzarasının, 3-4 metre uzaklıktaki inşaat halindeki bir bina olması (binanın inşaatı durmuştu en azından, heralde müşteriler rahatsız olmasın diye), banyolardaki havalandırma deliklerinin çaplarının birkaç molekül olması (ama şimdiki pansiyondakinden iyiydi en azından, burada bir türlü açılmayan, paslı bir kapak var), kapıların üzerindeki bazı numara kalıpları sökülmüş olduğu için onların kalemle yazılmış veya tamamen eksik olması, bazı meyve suları ve tatlıların tatlarının sadece yapay renklendirici tadından oluşması, akşam eğlencelerinde otel müşterisi olduğu şüpheli, güzel turistlerle aşırı ilgili apaçilerin (güvenlik boşluğundan girmiş olmalılar, kollarında müşteri bantı göremedim. ama zaten müşteri olsalardı bile ... ) etrafta dolaşması, yanında 1.40 M yazılı havuzun o noktasının benim boynuma geldiğini fark etmem (boyum 1.70-1.80 arası bi şey. eğer havuza dikkatli girmeseydim ve boyum kısa olsaydı bu yazıyı okuyamıyor olabilirdiniz, zira "NO LIFEGUARD ON DUTY"'ydi) ... Ama bazı yiyecekler ve tatlılar gerçekten güzeldi, hakkını yemeyim.

Kamp ise şu an için mükemmel görünüyor.

*Bazı Bodrum kartpostalları iğrenç. Ben muhafazakâr, cinselliğe dayalı esprilere o kadar karşı bir insan değilim, ama bazı kartpostallar sanki "Ooo, Türkiye! Hani turistlere sarkan bir sürü abazanın olduğu ülke! Bu abazalar çok ilginç canlılar, onları gözlemlemeliyim" diyen veya kendileri abaza olan yabancılara hitap ediyormuş gibi geldi.

*Otelde o kadar çok yabancı turist vardı ki kendimizi yabancı bir ülkede gibi hissettik. Bu hissi en son İstanbul'da, Taksim'deki bir fastfood restoranında yaşamıştım (orası resmen Harlem'di).

*Ablamı Halikarnas The Club'a götürdüm. Oraya ilk kez ve son kez gittik. Son kez, çünkü oranın Barlar Sokağının en sonunda olduğunu öğrendiğimizde "Neyse, biraz yürürüz" demiştik ama bu yürümenin 45 dakika süreceğini, iğne atsanız yere düşmeyecek kadar kalabalık bir sokakta olacağını ve oraya ulaştığımızda da dakikalarca giriş sırası bekleyeceğimizi bilmiyorduk. Orası gerçekten güzel ve eğlenceliydi, bunu inkar edemem, ama enerjimiz küçük bir biraya ve bir saatlik dansa yetti.

Belki oraya ulaşmanın çok daha kısa bir yolu vardı? Eğer öyleyse Missy de Türkiye'ye tatile gelirse onu oraya götürmek isterdim.

*Başka ne diyecektim, unuttum.

----

Bir de bugün Jhemm'in blog sayfasındaki bir hafta önceki bir yazıya yorum yazdım, o yorumu buraya da kopyalamak istiyorum.



"artık paranoyaklaştım, biri bana selam verdiğinde bişeyler isteyeceğini düşünüyorum. çünkü etrafımdakilerin yaptığı hep buydu. benim de gülümsemelerimin, sevgi dolu sözcüklerimin, sıcak davranmalarımın, %90a yakını çıkara dayanır.
fiziksel bir çıkardan söz etmiyorum, arada bir birlikte dışarı çıkıp birer bira içmek de, okulda sıkıldığında geyik yapmak da karşılıklı bir çıkar ilişkisidir... gerçekten sevdiğim, karşılık beklemediğim insan çok çok az"

Birkaç gün önce çıkar kavramı hakkında düşünüyordum da, bu söylediklerin aklıma geldi. Eğer karşımızdaki kişiyle beraber olmak bizi eğlendireceği, daha iyi hissettireceği için "sıkıldığında geyik yapmak da karşılıklı çıkar ilişkisidir" diyebiliyorsak o zaman var olan ilişkilerin ve iyiliklerin %100'ü çıkara dayalıdır demek. Üzgün bir arkadaşımızı kendi neşemiz pahasına neşelendirmek de bir çıkara dayalıdır, çünkü onun bizi, kendisini mutlu edecek bir insan olarak hatırlamasını sağlarız. O kişiyi bir daha hiç göremeyecek olsak, yani onun bizi iyi bir insan olarak hatırlamasının bize somut hiçbir şey kazandırmayacak olsa bile bundan elde edeceğimiz çıkar, bu iyiliği yapmanın bize kazandıracağı şey kendi kendimizi tatmin etmenin hazzı olacaktır. Bir dilenciye para vermenin altında da bu vardır: Eğer o parayı vereceğimiz için sonra çok pişman olacağımızı (dilencinin kötü bir insan olduğunu öğrenmek gibi bir şeyi) parayı vermeden önce öğrenirsek o parayı vermekten vazgeçeriz, çünkü bu hayrın bize olan kazancı işte bu kendini tatminin hazzı olacaktır. Bir annenin, bebeğini emzirmesinde bile annelik hormonlarının getirdiği istekleri karşılamanın hazzı yatar.

Tüm ilişkiler çıkar üzerinedir, benim bu yazıyı yazmam bile. Çünkü düşündüklerimi birisine anlatmaya ihtiyacım var. Çıkar, kötü bir şey değildir. Kötü olan, ikiyüzlülüktür. Elde edeceğimiz çıkarı karşıdakindan gizleyerek onu kandırmaya çalışmak filan kötü olandır, 'çıkarcılık' olarak isimlendirilen şey aslında budur ama gerçek şudur ki tüm ilişkiler zaten birer çıkara dayalıdır.

Tuesday, July 14, 2009

Telefonumda bir mesaj duruyor bu sabahtan beri. Bir aydır görüşemediğim, oldukça yakın bir sınıf arkadaşımdan, halimi hatrımı soran bir mesaj. Ona ne yazacağımı bilmiyorum. İyi olduğumu söylersem eksik ve belki de yanlış bir bilgi vereceğim; kötü olduğumu söylersem de neden kötü olduğumu anlatmak zorunda kalacağım. Ve belki yine yanlış bir bilgi olacak, çünkü kötü olduğumu da sanmıyorum. Kötü hissetseydim bu birkaç gün içerisinde ablamla ve arkadaşlarımla bu kadar keyifli vakit geçiremezdim.

Koca bir hayalkırıklığı yaşadım; ama bu sefer sorunun benle veya akıl sağlığımla ilgili değil, karşımdaki kişilerle ilgili olduğunu biliyorum ve bu beni rahatlatıyor. Kendimi çok mutlu hissettiğim o birkaç gün öncesindeki kişi ile bu yazıyı yazan kişi farklı insanlar değildi.

Ama kendimi hâlâ yalnız hissediyorum. Kısa süre öncesine kadar "Ben o kadar karmaşık şeyler düşünürüm ki insanlarla iletişim kurmakta zorluk çekerdim" derdim, ama şimdi kendime baktığımda sadece koca bir boşluk görüyorum. Sanki bütün yaratıcılığım, zekam köreltilmiş, bir pamuk yığınına dönüştürülmüş gibi. Ablam hep "İnsanlar hiçbir zaman hiçbir şeyi düşünmez" derdi, biz her an herhangi bir şeyi düşünürmüşüz, eğer öyleyse benim son zamanlarda en çok düşündüğüm şey gri/benj bir boşluk. Kötü. "İnsanlar benle konuşmak isteseler de onlara düşündüğüm, üstünde çalıştığım ilginç şeyleri gösterebilsem" derdim, ama onlara tek sunabileceğimin Ouroboros ejderi şeklindeki bir boşluk uzayı olacağını görmek üzücü (evet, bir boşluğun boyutu sanırım 2 veya 3 boyutlu ortam nesnelerine denk gelebilecek şekilde ifade edilebilir. Zamanı nasıl tek boyutlu düzlemde ifade edebiliyorsak.)

Konuşabileceğim birisinin olmasını isterdim.

--


Yarın bir haftalığına Bodrum'a gidiyorum. İtalya işi yattı.

Friday, July 10, 2009

Free world Full of beauty Today I swim

" I believe the real dominance is not to exploit and abuse the weaknesses of others, but to strengthen them."
Arleon


Eminim bu yukarıdakine benzer, ünlü birisi tarafından söylenmiş bir özlü söz vardır. Ama bulamadım. Son günlerde habire birilerine mailler/yorumlar yazıyor veya Skype'ta filan konuşuyorum, bu yukarıdaki cümle de bu maillerden birisinden, kendimden alıntı. Evet, habire bir şeyler yazıp duruyorum ve buraya yazdıklarımdan çok daha kaliteli oluyorlar, n'apalım artık.


Bu kadar mutlu olabileceğimi hayal etmekte zorlanırdım. Yemek yediğim pastane/kafede kasaya giderken, bana çocukluğumun mutlu yıllarını hatırlatacak şemşiye çikolataları görmem (ki bunları Erzurum'dan beri görmemiştim), evimin bahçesine bir kedi ailesinin yerleşmesi, bugün gördüğüm Today I die adlı oyun çok ufak (ve belki dandik) işaretler gibi görünse de sanki bu yaşadığım mutlu döneme Tanrı'nın birer göndermesi gibi. Tuhaf.












Ve bugün tanıtmak istediğim oyun, daha önceden de burada bahsettiğim Ludomancy oyunlarının yenisi: Today I Die

"Sadelik, mükemmelliktir" tezini destekleyen bu oyunun oynanışı, önceki Daniel Benmergui oyunlarını oynayanlara yabancı gelmeyecek: Oyun alanındaki nesnelerle etkileşim kurarak (onları belli yere taşımak, yerleştirmek, bir şeylerden kaçırmak gibi) ilerlemeye çalışıyorsunuz. Örneğin başlangıçtaki dead'i painful ile değiştirmek ortamı iyice korkunç bir hale getiriyor.

Ve biliyorum, bu çok büyük bir spoiler olacak, ama Today I Die kesinlikle "Ühühü, dünya ne kadar acımasız" temalı emo bir oyun değil, hatta tam tersine iyimserliğin yüceltildiği bir hedefe sahip.

Sonuna kadar oynanması gereken oyunlardan.

Tuesday, July 7, 2009

+, Got featured, Images again

Once I had said having a mental disease is like an avalanche: My communication established with the people around got to sizzle, I got unable to focus on my workings and all these losses made the disease worse. Negativeness brought only more minus signes to my life.

But I notice this is also valid for happiness as well: Being happy makes me notice the beautiful things of life and enjoy them. Having resolved the problems have me perceive the love of people around me better and I gained courage to make effort for obtaining whatever I want.

(I find it hard to express happiness and peace with words, especially in another language)


----

My three artworks got featured in deviantArt recently (recently=for a long time, actually), these are good news for me. (well, I've requested a work of my own for one of those features ^^; )

See

Digital Thumbshare Features 4

Features that Need your Attention (many thanks to Lady Symphonia, who's an artist that I admire)

Feature of Awesomeness

---



Some failures during the Mount&Blade editing.





Not a complete failure, I just need to find out how to import hair and beard meshes texture.







This is what happens when you do a Michael Jackson dance in a room that has a table with a big glass of iced-coffee on it. The notebook got useless. (The video I was watching was 'Dangerous', in case you wonder).

And these are some cherries that we have in our garden.

Sunday, July 5, 2009

Fighting evil by moonlight, Winning love by daylight





Fighting evil by moonlight
Winning love by daylight
Never running from a real fight
She is the one named Sailor Moon

She will never turn her back on a friend
She is always there to defend
She is the one on whom we can depend
She is the one named Sailor.....

.... Sailor Venus
.... Sailor Mercury
.... Sailor Mars
..... Sailor Jupiter

With secret powers
All so new to her
She is the one named Sailor Moon

Fighting evil by moonlight
Winning love by daylight
With her Sailor Scouts to help fight
She is the one named Sailor Moon
She is the one named Sailor Moon



I'm recently watching Sailor Moon. I hadn't noticed I had missed watching it that much. This anime makes me want to create something both epic and lyric.

Yeah, I'm also working on somethings, going to reveal more when I get to a certain stage.



And I must say I'd translate the first lines of the lyrics to English in a different way:

Under moon with evil they fight
Winning love by daylight
[and something else rhyming fight/light. probably 'right']