Tuesday, December 30, 2008

Everyone's A Rat



GTA'nın sadece ilk oyununu seven (ve onu da çok seven) benim için bile etkileyici bir oyun trailer'ı.

Friday, December 26, 2008

Helter Skelter

Kişisel sebeplerden ötürü üzerinde çalıştığım korku oyunu Düşnehri'ni iptal etme kararı verdim. Lost in the Nightmare zaten başarılı bir korku oyunuydu, ondan daha iyi bir oyun yaratıyordum, bitseydi belki kült olabilirdi. İptal etme nedenimin "Beni psikolojik olarak olumsuz etkilemesi" olduğunu söyleyeyim.

Sanırım "korkunç olmayan" başka projelerime yöneleceğim. Belki yarım yıl sonra filan eğer düzelirsem Düşnehri'ne devam ederim?





Yazmak ve göstermek istediğim onlarca şeyin olduğu ama bunu yapamadığım günlerden birisi.





----

Across The Universe filminin en sevdiğim kısmı, Across The Universe ve Helter Skelter'ın birlikte kullanıldığı kısımdı. Strawberry Fields Forever'ın kullanıldığı kısımdan sonra "Hissettiklerimin sinema sanatıyla yansıması" diyebilirim.



Mükemmel.

Wednesday, December 24, 2008

Yılbaşımsı

Huzurlu hissediyorum.

Son birkaç gündür hayatım bana anlamlı geliyor. İyileşeceğime olan inancımın bittiği, öfkemin hayat boyu süreceğine inandığım anlarım olmuştu son birkaç aydır. Sık sık. Ama iyileşebildiğimi görüyorum.


Bugün Ankara'da karlı bir gündü. Parmağıma düşenlerin kristalize yapısını inceleyebileceğim kadar büyük kar tanelerinin yağdığı soğuk ve güzel bir gün. Keşke sabah yanımda fotoğraf makinemi getirseydim, çok güzel fotoğraflar çekebilirdim.




Soğuğu seviyorum. İç dünyamı soğuk, karlı, karanlık bir yer olarak resmederim. Ama iç dünyamda ilk başta görülmeyen şey, bu soğuğun ısırıcı bir soğuk olmadığı, iç dünyamda içine girdiğinizde sizi sıcak tutacak şatoların var olduğu. Ve gecenin karanlık olmadığı.


Hayalimdeki yılbaşı The Nightmare Before Christmas'ımsı havadan uzak. Korkunç şeyler hayal etmiyorum, sadece sevdiğim insanlarla beraber olabilmek ve onların beni sevdiğini hissetmek istiyorum. Sadece basit sevgi sözcükleri ve yanımda olabilmeleri... Akıl hastanesine kapatılmamın gündeme geldiği zamanlarımda bile benden kaçmayacak insanlar... Noel Baba'yı filan istemiyorum, sadece karlı bir gecede sıcak bir evde ailem dışındaki sevdiklerimle beraber olmak ve onların bana güvendiğini hissetmek. Çok mu şey istiyorum?

Saturday, December 20, 2008

Merry Crisis and a Happy New Fear

Arkadaşım Creator'ın Oyungezer Forumları'ndaki günlüğü HDD'ye yazdığı yazıyı alıntılamak istiyorum:


Belki çok uzun zaman önce yazılması gereken birşeye değinelim şimdi. Yunanistan yanıyor belki farketmişsinizdir. Ayın 6sında 15 yaşında bir yunan vuruldu. Polis dur demiş, durmamış. Poliste vurmuş. Kurşun sekti diyorlar ama sen ateş etmişsin sonuçta. Kendini adam yerine koyan her milletin yapacağı gibi Yunanistan'da tepki grupları oluştu. Birkaç gün önce inesistente kendi konusuna yunan direniş blogu koymuştu. Açıkçası oradan ve haberlerden takip etmekten öte birşey yapamadığım bir konu bu. Fakat içinde yaşadığım ülkeye bakarak çok rahat karşılaştırma yapabiliyorum. Ve vardığım sonuçlar hakikaten iğrenç.

"We won’t forget the night of December 6th that easily. Not because the assassination of Alexis was incomprehensible. State violence, as much as it might try to construct itself into more productive formations of sovereignty, will endlessly return to dear and archetypal forms of violence. It will always retain within its structure a state disobeying the modernist command for discipline, surveillance and control of the body - opting, rather, for the extermination of the disobedient body and chosing to pay the political cost coming with this decision."


Bizde bir zaman önce cumhuriyet mitingleri toplanmıştı hatırlarsanız. Olay chp'ye oy verelim falandan ziyade akp'ye tepki koymaktı, uyarmaktı. Diğer partilerdende yoğun katılım almıştı hatta. O gösterilerde olay çıkmadı. Olay çıkmadı. Fakat olayın muhattabı yönetim, tepkileri bölücü diye nitelendirmekten, biz toplasak daha fazla adam çıkarırız diye pişkinliğe vurup "birşey" yarıştırmaktan başka reaksiyon göstermedi. Ben bu ülkeye seçilen adamların hangi piskolojiyle seçildiğini şahsen anlamıyorum. Senin seçilmiş birisi olarak görevin meydanlarda toplanan yüzbinlere, milyonlara bok atmak, laf dalaşına girmek falan mı? Böyle bir pozisyon mu var hükümette? Mahalle kocakarısı usulü horozlanma bakanlığı falan mı varda onun gerekliliklerini yerine getiriyorsun? Hayır senin ülkenin vatandaşlarının belirli bir kesimi onlar ve sen onlarıda dinlemek onlarada hizmet etmek zorundasın. Senin iş tanımın budur. Beceremiyorsan, uzlaşma yerine horozlanma senin uzmanlık alanınsa gidip kendi köşende seni dinleyecekler arasında yapacaksın o işi. Yönetim bu değil yani. Diyeceğim ama burası Türkiye işte. Karşılaştırma yapması o yüzden acı. Fransız hükümeti göçmenlere karşı usulsüz bir söz kullandığı zaman birkaç hafta her yer savaş alanına dönüyor. O hükümet çıkan olaylardan tamamiyle sorumlu oluyor haliyle. Sen vatandaşını küçümsersen o vatandaşta senin otoriteni küçümser. Kendisine saygısı olan yerlerde insanlar devletim, büyüğüm saçmalığına yatmaz. O devletin kendi gibi insanlardan oluştuğunu, kendi oylarıyla seçildiğini farkındadır çünkü. Eski Mısır kralları gibi seçilenin kendini tanrı yerine koyma modası bizde bitemedi nedense.



"When the cop shouts “hey, you”, the subject to which this command is directed and which turns its body in the direction of authority (in the direction of the call of the cop) is innocent by default since it responds to the voice reproaching it as a product of authority. The moment when the subject disobeys this call and defies it, no matter how low-key this moment of disobedience might be (even if it didn’t throw a molotov to the cop car but a water bottle) is a moment when authority loses its meaning and becomes something else: a breach that must be repaired. When the manly honour of the fascist-cop is insulted he may even kill in order to protect (as he himself will claim) his kids and his family. Moral order and male sovereignty - or else the most typical form of symbolic and material violence - made possible the assassination of Alexis; they proped the murder, produced its “truth” and made it a reality."

En sevdiğim örnek olarak 1 Mayıslara gelelim. Çok tatil var diye resmi tatil ilan edilmeyip kurban bayramlarının birer hafta tatil edilmesi gibi samimiyetsiz olayları geçelim. Değinmek istediğim olay polisler. Her sene kendini geliştiriyorlar hakkını vermek lazım. Hastanelerin acil bölümlerine gaz bombası atmak eminim bütün dünya için yeni bir seviye olmuştur. Hatırlayan var mı bilmiyorum. Parti binalarınada bombalar atıldı. İnsanlar camları kırarak hayatta kaldı. Kapı önlerindekiler dayak yedi. Bütün İstanbul anayolları polislerce kapatıldı, hayat kitlendi. Bu siteden bazı kızlar yürüyüşteyken polisken hakaret yediklerini söylediler. Yani düşünüyorumda polis halkına karşı geldiği yeni seviyeyi başka bir yerde kullanabiliyor mu? Teröristlerin düzenlediği gösteriler için 1 Mayıs tarzı "orantılı güç" kullanıldığı, şehrin bütün yollarının kapatıldığı, parti merkezlerinin baskınlar bombalar yediği, şehir dışından takviyeler getirildiği veya en basidinden terörist gösteriye katılanların sözlü taciz gördüğü oldu mu? Hayır olmadı, olamazda. Çünkü tehlikeli olan şey teröristler değil. Adamın gerçekten umrunda mı acaba, bombalar patlamış, insanlar ölmüş. Hayır. Ama söz konusu işçilerin bir araya gelmesi, birlik olarak birşeylere tepki göstermesi olduğu zaman, işte o tehlikeli. Dışarıda patlayan bombalar yöneticileri işinden edemez, teftişe sokamaz. Ama tepki koyma bilinci gelişirse işte o zaman paçalar tutuşur. Sorgulanırlar. Geçen sene bahsedilen orantılı güç kavramı bu işte. Adam gördüğü "tehdit miktarına orantılı güç" kullanarak kendini savunmaya çalışıyor. Söylediği sözün dalga geçilecek tarafı yok aslında.

Bu ülkede sendikalıyı çalıştırmıyorlar bile, halimiz belli. Düşünsenize herkes birlik olup birşeylere ortak tepki koyacak bilinç geliştirse? Takım tutuyor gibi oy atmaktansa, fanatikçe savunmaktansa, adam olup eleştirmeyi, atılan kazıkları unutmamayı ve tepki verebilmeyi öğrense? O zaman gündemdeki partilerden hangisi kalacak? Adamlar tabi ki orantılı güç kullanacak, eski köye yeni adet gelirse kabak muhtarın başına patlar.

Başka bir açıdan düşünelim. Ben dahil bütün ülke adamların "polise kimlik sorun" demesiyle dalga geçtik. O adamın dediği tabi ki bu ülke için saçma birşey. AMA asıl saçmalık ne biliyor musunuz? Kimlik sorma önerisinin bu ülke için saçma kaçması saçma birşey. Böyle bir bilinçle yetişmek, yetiştirmek ve yetiştirilmek asıl ayıp olan... Hatırlayan var mı polisler kameraman peşindeyken bir lokantaya girip lokantada yemek yiyen bir çiftle tartışmıştı. Adam polislere sitem edince poliste tokat atıp gitmişti. Hani o yüzsüzlüğü kaç kişi hatırlıyor merak ediyorum. Polis kılığında birkaç kişi kalabalık bir mekama girip bir kadını saçından sürükledi, arabalarına götürüp tecavüz etti. Polis kıyafetinin ve boyun eğme kültürü ayıbının daha acı bir örneği var mı? Şu an o kadını hatırlayan, hatırlatan, haber yapan, savunan var mı? Peki nezarethanede işkence ile ölen adam ne zaman öldü hatırlayan var mı? Medya, kişiler, kurumlar hesap soruyor mu? Ne zaman bu kadar odun olduk yahu biz, bilemiyorum. Yunanların hali belli, Fransızların ki de, bizim ne farkımız var, biz daha mı aşağıyız onlardan? Eylem yapmak terörizmse polisin işkence yapması, masum adam öldürmesi nedir? Gösterilere tepki koyup bunlara koymamak nedir?



"Along with this, at the tragic limit of a death that gives meaning to lives shaped by its shade, revolt became a reality: this incomprehensible, unpredictable convulsion of social rhythms, of the broken time/space, of the structures structured no more, of the border between what is and what is to come."

Polisin, hükümetin tutumuna tepki koymak gereğinden önce bu tutumları savunanların piskolojisinide çözmek gerekiyor. İşkenceyle nezarethanede öldürülen insanlara karşı bir tepki koyamayacak kadar işi olan beyefendiler işçi bayramında işçi partisinin, hastanenin acil bölümlerinin bombalanmasını haklı görmekten çekinmezler. Teröristler onlar, hakettiler denir. Bütün şehrin kilitlenmesini, eylemlerin yapılamamasını, sokaktan geçen vatandaşların dayak yemesini doğal karşılarlar. Sırf gösteri düzenlenmesini terörizm olarak görenleri bile vardır. Yönetimdeki insanları kendimizin seçtiğini ve tepki gösterebilmenin en doğal hakkımız olduğunu farkedemedikçe bu ülkede birşeylerin iyiye gitmesi çok çok zor.

"...Nothing exists without the meaning assigned to it. Resistance strategies can turn into strategies of authority: Chaos will recreate a hierarchy in social relationships unless we fight with ourselves while fighting the world, some selves that we formed as part of this world: we have grown within the moral and political limits this world sets, within the moral-political ties in which the self comes into being… It will recreate itself into a hierarchy, should we not bring off male macho behaviour that goes berzerk and gets carried away by emotion, should we adopt positions that densify in positions of authority." bu yazı girls in revolt grubunun dağıttığı bildirinin bir kısmı. ines verdiği blogtan (http://www.occupiedlondon.org/blog/) tamamına bakabilirsiniz.


Bütün yazı boyunca ülkemin haline üzülüp Yunanistan teması kullanıyorum. Bizim belki hiçbir zaman beceremeyeceğimiz şeyleri beceriyor insanlar. Hükümetleri korkuyor ve haklılarda. İnsanlar hükümetlerinin yaptıklarının ve hükümet güçlerinin işledikleri cinayete sessiz kalmıyorlar. Hükümet ya bizdeki gibi bastırmak için şiddete başvuracak ya da boyun eğecek. Her iki durumda da halk yönetiminde uzun vakitleri kalmışa benzemiyor. Bundan sonra sadece yolun aşağısı var. Hadi birini daha öldürsen neler olacak... Durumu çözmeleri lazım, durumu bilinçli ve tepki koymayı becerebilen gruplarla birlikte çözebilmeleri lazım. İşler zor ve korkmakta haklılar.


Hadi başka bir gün öl

Thursday, December 18, 2008

Somewhere Over The Rainbow



Somewhere over the rainbow
Way up high,
And the dreams that you've dreamed of
Once in a lullaby.

Somewhere over the rainbow
Bluebirds fly,
And the dreams that you've dreamed of
Dreams really do come true.

Someday I'll wish upon a star
And wake up where the clouds are far
Behind me.
Where troubles melt like lemon drops
Away above the chimney tops
That's where you'll find me.


Hasta ama mutlu hissediyorum. Midem o kadar kötü ki bugün okula gidemedim, dünden beri neredeyse hiçbir şey yiyemiyorum. Sürekli burnum kanıyor. Ama garip bir şekilde mutlu hissediyorum.

Bugün iki tane müzik videosu feature etmek istiyorum (feature etmenin tam Türkçe karşılığı nedir?). Konumuz ise parçalarla ilgili nesnel eleştiriler filan değil, aklıma neler geldikleri.

Yanni - Desire

Bu performansın girişini izlerken gözümün önünde Yanni'nin sahneye Rammstein konserleri gibi alevler eşliğinde filan çıkması geldi. Gotik bir girişe sahip şarkı başlarken aşağıya doğru bir platform iniyor, platformun üzerinde Yanni piyanosunu çalıyor, Yanni yüzünü beyaza boyamış filan. Müzisyenler izleyicilere alev, likör filan sıçratıyor. Anlatınca komik olmadı ama gözünüzün önüne getirin işte.

Madonna - Like A Prayer



Aklıma hep ablamı getiren bir şarkı ve video. Özellikle 4:03'te eğlenerek izlediğimiz bir video.

Madonna bu şarkının klibinde ablama benziyor.

Saturday, December 13, 2008

Chat noir


Bugün yaptığım bir animasyon.
Önce gerçek bir kedi filmi çektim.