Thursday, December 30, 2010

2010 özeti, DeviantArt favorilerim


-Oyun yayınlama konusunda oldukça kötü bir yıl oldu benim için. Bırakın herhangi bir Düşnehri oyununu bitirmeyi, Kabusta Kaybolmak 2010 Versiyonu'nu bile bitiremedim (işte bu yüzden ismi "2011 Versiyonu" olacak) (aslında şu son iki gün kasıp bitirsem mi, heh). Ama en azından hiç çalışmadığım söylenemez, daha piyasaya sürülmemiş bir Evvel Zaman İçinde Nasrettin'in kodlamasını bitirip herhalde 2011'de bitirilecek başka projelerim için oldukça zaman harcadım. 2011'de veya 2012'de çalışmalarımın meyvelerini alırım inşallah.

-Fotomanipülasyon konusunda da üretken değildim. Kayda değer iki tane fotomanip yayınladım, of Love ve Precious. Precious yarım bir iş zaten.

-Çok mutlu üç ay geçirdim. Sonra her şey eski haline döndü, art arda hayal kırıkları yaşadım.

-Güzel bir SLR aldım, ama çektiğim fotoğrafların çok azı vasatın üstünde.

-Güzel bir televizyon ve PS3 aldım, hep oynamak istediğim Heavy Rain ve Batman: Arkham Asylum'u bitirdim. Neyse, en azından bir şekilde "oyun bitirmiş" oldum.

-Bitirme projemi tamamladım. Ortaya çıkardığım işten gurur duyuyorum.

-Bir ara ben hikaye yazıyordum, değil mi? Doğrusunu söylemek gerekirse, aklıma Asporia'yla ilgili yazacak, çizecek yeni hiçbir şey gelmiyor.


Asporia demişken, DeviantArt'ta çok beğendiğim, görünce "Aha Asporia!" dediğim resimleri feature ettiğim bir journal yayınladım.

Tuesday, December 28, 2010

Korkutucu bir gece

Yaklaşık 1,5 saat önce yaşadıklarımı anlatacağım.

Saat gece 05:00 civarında korkunç bir ses beni uyandırdı. Dışarıda bir yerden çığlık sesleri geliyordu. Hayır, yardım isteyen bir insanın çığlığı değildi bu. Korkmuş bir insanınki de değil. Bu çığlık insanî değildi; bu çığlığı şöyle tasvir edeyim: Paranormal Activity'yi izlemiş miydiniz? Oradaki şeytanın çığlığını hatırlıyor musunuz? İzlemediyseniz yine de nasıl bir ses olduğunu aşağı yukarı tahmin edebilirsiniz. Dayanılmaz gazap içindeki bir şeytandan duymayı bekleyeceğiniz sesler serisi dışarıdan bir yerden geliyordu; sadece nefes almak için duraksayan, sürekli, korkunç bir haykırış, ona eşlik eden tepinme sesleri. Ve o ses yaklaşıyordu.

Benim odam ile apartmanın girişi arasında sadece zayıf bir duvar var, apartmanın giriş katında gerçekleşen olayların sesi odamdan rahatlıkla duyulur (zira evimiz giriş katta). Başlangıçta nereden geldiğini anlamadığım haykırış apartmanımın giriş katındaydı şimdi, çığlık atan kişiyi sakinleştirmeye çalışan insanların seslerini de duymaya başlamıştım. Annemle babamın uyandığını ve evin ışıklarını yaktığını gördüm kısa bir süre sonra. Kapıyı açtıklarını duydum, o sakinleştirmeye çalışan seslerin arasına anneminki de karışmıştı. Çok korktum, apartmana bir akıl hastasının girdiğini zannettim.

Yataktan kalkıp kapıya koştuğumda babamın açık kapının önünde durduğunu, apartmanın içinde çığlık atan insanın tepindiğini ve annemin onun etrafında dolaşıp onu sakinleştirmeye çalıştığını gördüm. Korkuyla annemi içeri çağırdım, annem içeri girer girmez babama kapıyı kapatmasını söyledim, çünkü o kişinin bizim evimize girebileceğini düşündüm.

Çığlık atan kişi bizim komşumuz Y Hanım'mış. X Bey biraz önce evinde aniden vefat etmiş. Çaresizlik ve acı içinde sinir krizi geçiriyormuş Y Hanım. Eh, üst katta yaşadıkları için sesleri ilk başta uzaktan bir yerden gelmişti, kadın sonra aşağı inmiş. Sonra ambulans geldi; X'in bedeni, Y ve annesini sakinleştirmeye çalışan kızları, ona yardım eden komşularla beraber hastaneye götürüldü.

Wednesday, December 22, 2010

Twitter'a yazmak istediğim, ama yer sıkıntısından dolayı yazamadığım bir yorumumu buraya yazayım.

Olay: Eskişehir Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'ndeki bir resim sergisinin açılışında sıcak şarap ikram edilir. Bu olay, Samanyolu Haber'in ilgisini çeker ve bu haber yayınlanır. Haberin bir kısmı şu şekilde:


Fakülte içerisinde sergi salonun bulunduğu alana önce içerisi şarap dolu bir kazan ile bir tüp getirildi. Ardından içi şarap dolu olan kazan katılımcıların ve öğrencilerin gözü önünde kaynatıldı. Daha sonra ateşten indirilen kazandaki şarap, sergiye katılanlara kepçeyle dağıtıldı.

Okuyunca canım akşam akşam sıcak şarap çekti.

Tuesday, December 14, 2010

Kış gecesi

Karanlık bir çukur boyunca dibe doğru düşüyorum, düşüyorum... Sonra gücümü topluyor ve yeniden uçabilmeye başlıyorum, kanatlarımı çırparak. Ta ki yeniden yorulana kadar. Günlerim böyle geçiyor. Yalnız kalmanın benim kendi tercihim olduğunu iddia eden insanlara içimden orta parmağım kalkık. Öfke nöbetlerimden çıktığım zaman biraz verimli olabiliyorum. Böyle böyle idare ediyorum işte.





Evet, kupamı ve figürümü görmekten bıktınız, biliyorum. Ama onları çok seviyorum, n'apayım...




 Pixel art konusunda başarılı olmayı dilerdim. Chrono Trigger'ın midi parçalarında içinden çok sevdiğim bir tane var (buradan dinleyebilirsiniz), o şarkının gözümün önüne getirdiklerini ekrana dökebilmeyi... Ama düşük çözünürlüklü bir şekilde, retro bir renk paletiyle... Yukarıdakine benzer bir şekilde, tabi ki pixel art olarak. Öbür türlüsü hayalime ihanet olurdu.



Güzel, değil mi?

Evin yakınlarında bulunan, gitmeyi sevdiğim bir pastaneden. Dekorasyonunu seviyorum özellikle, bugün fotoğrafını çekme fırsatı bulamadığım (etrafta insanlar vardı, resimlerimde çıkmalarını istemiyorum).


Bu da kar yağdığından beri çektiğim tek güzel fotoğraf. Ama yeteri kadar güzel değil.

Sunday, December 12, 2010

One Day

I've seen that look somewhere before
Your sorrow's like an open door
You've been this way for much too long
Somebody must have done you wrong

But one day the sun will shine on you
Turn all your tears to laughter
One day your dreams may all come true
One day the sun will shine on you

I've seen that look so many times
I know the sadness in your eyes
Your life is like a wishing well
Where it goes, only time will tell

One day the sun will shine on you
Turn all your tears to laughter
One day your dreams may all come true
One day the sun will shine on

Say goodbye to the lonely nights
Say goodbye to the Northern Lights
Say goodbye to the cold north winds
Say goodbye to the autumn leaves

One day the sun will shine on you
Turn all your tears to laughter
One day your dreams may all come true
One day the sun will shine on you

One day the sun will shine on you
One day the sun will shine on you

Saturday, December 11, 2010

Rastgelelikler





Geçen gün eve giderken yolda gördüğüm iki nesne. Parçalanmış bir makinenin içinden çıkmışlar. Bu üstteki nesne çok ilgimi çekti, tam Half-Life'tan fırlamış gibi geldi bana. Hayır, eminim makine/elektronik mühendislerinin iyi bildiği bir ünitedir, bu konuda bilgisiz olduğum için bana bilimkurgu dünyasından fırlamış gibi gelmiştir.






Üsttekileri canımın çok sıkkın olduğu bir gün çizmiştim. 
OGZ Ankara tayfasıyla gittiğimiz bir barda çektim yukarıdakini.


Bu yukarıdakiler, XY koordinatındaki birer bulanık sayı. Hayır, bunlar tamamen iki boyutlu birer grafik, ama üçgensel bulanık sayılar gerçekten böyle bir piramit gibi görünüyor. Bitirme projemin ilginç çıktılarından birisi.

---

Monday, December 6, 2010

Gimme fuel, gimme fire, gimme that which I desire!

Geçen haftalardaki Tuhaf Alışkanlıklar Mimi'mi yarım bırakmıştım, hatırlarsanız. Onu tamamladım. Bu arada Sir Aenas da yeni bir mimi paslamış, "Bir insan seçip onunla ilgili ne yapmayı sevdiğini anlat"

Tuhaf alışkanlıkların devamı

*Kendimi videoda izlemek sinirimi bozuyor. Sesimin o yumuşak tonundan, otistiğimsi, aşırı kibar hareketlerimden nefret ediyorum. Yakışıklı olmama rağmen çekiciliğim sıfır. Guitar Hero'da solist olmayı bu kadar çok sevmemin nedenlerinden birisi gürültülü bir şekilde sert şarkıları söyledikten sonra geçici de olsa sesimin o istediğim tonda çıkmaya başlaması.

Yumuşak ses tonu benim gerçek düşüncelerimi yansıtmaktan uzak.

*Gözlüksüzlüğü severim. O bulanıklığı. Sezgilerimle ve diğer duyularımla hareket etmeyi.

*Kirli gözlük camlarına tahammül edemem. Çoğu zaman gözlüksüz olmamın bir sebebi bu, öbürü de üstteki.

*Gözümde gözlük olduğunda da etraftaki her şeyi okurum. Gereksiz şeyleri bile, özellikle bir panoda asılıysa. İronik olarak, çok fazla kitap okuyan bir insan değilim.

*Dikkatim dağınıktır. Yarım kalan kitaplar, bitirilmesi gereken işler bir yığın halindedir.


"Bir insan seçip onunla ilgili ne yapmayı sevdiğini anlat"
Ablam. Onunla beraber içki içmeyi, sohbet etmeyi, Tunalı Hilmi'de takılmayı, evde birlikte dizi veya film izlemeyi seviyorum.

Night Eagle'la bilim, felsefe, sanat, tarih, FRP hakkında filan konuşmak, Roselyn'in yanında Meriç olmak, Aslı'ya bir şeyler anlatmak da ekleyebileceklerim arasında. Genel olarak bütün arkadaşlarımla vakit geçirmeyi çok sevdiğimi de belirtmeliyim.

--

Ragnor ve Delucienne Maekerr mimlenmiştir.

Friday, December 3, 2010

Rastgelelikler






Siyah-beyaz fotoğraf takıntımın ürünleri. Gerçek renkleri bu sağdaki şekildeydi.



Warlocks'ta Hunter oynatırken.

Dağınık bir zihnin ürünü.


 Photoshop actionlarını düzgün kullanabilmeye başladım nihayet. Resmin orijinal hali de bu sağdakiydi.

Thursday, December 2, 2010

Sokak hayvanları üzerine, Bulunan yeni canlılar

Bugün Aras'ın bloguna yazdığım bir yorumu buraya da aktarayım dedim. Yorumumda belirttiğim gibi, "Konu hakkındaki bilgimin kişisel gözlemlerim ve evrim biyolojisi hakkında okuduklarımla kısıtlı olduğunu belirtmeliyim." Bu yüzden sizlerin de fikrini almak istedim.





"Aklımdan geçen şeyde bu oldu; “bu hayvanların doğal ortamı evler mi?” "

Hem evet, hem hayır.

Bugünkü sokak kedilerinin ve köpeklerinin, insanların önceden evde beslediği ama sonra sokağa attığı evcil hayvanların torunları olduğunu biliyoruz. Evcilleştirme işlemi için de yapay seçilimden faydalanılıyor sanırım. Eğer bir grup vahşi kurt köpeğini alıkoyar, onlardan sadece evcilleştirilmeye yatkın olan bireylerin üremesine izin verirsen birkaç nesil sonra o vahşi kurtlarla pek alakası kalmamış, parmağını şaklattığında yanına gelen köpekleri elde edersin. Bizim sokakta gördüğümüz hayvanlar da aynı şekilde, bu yapay seçilim sonucunda insanlarla birlikte yaşamaya vahşi doğadaki akrabalarından çok daha yatkın bireyler olmalı.

Ama en önemlisi, şehir yaşamı da zaten bu kedi ve köpekleri bir doğal seçilime maruz bırakır. Eğer onlarca nesil boyunca bir kedi geni, şehir hayatında varlığını sürdürebilmişse bu hayvanın ekolojik nişinin şehir hayatı olduğunu söyleyemez miyiz?

Benim sokak hayvanlarıyla ilgileniyor olmamın nedeni, onların insanlara bir şekilde bağımlı olduklarını düşünmem, vahşi doğadaki akrabalarından farklı olarak sahip oldukları genler yüzünden.




Bu arada buraya koyduğum resimler, yine bu bloga epey önceden koyduklarımın aynısı maalesef. İdare edin artık.

---



Bu arada; NASA, yeni bir canlı türü bulunduğunu açıkladı biraz önce. Önceden bilindiği haliyle yaşam için oldukça elverişsiz olan Mono Lake'te fosfor yerine arsenik kullanan canlılar keşfedilmiş.

NASA'nın websitesindeki ilgili haber

Wednesday, December 1, 2010

Twitter adresi değişikliği


#CoolBlueGames olan Twitter ismimi #Asporian olarak değiştirdim.

Doğrusunu söylemek gerekirse, Twitter'a ilk üye olduğumda "Sadece oyunlarla ilgili duyurular veya oyun sektöründeki ilginç başka olaylarla ilgili şeyler yayınlarım. Arada bir arkadaşlarıma da laf atarım." diye düşünüyordum. Sonra hiçbir faydalı duyuru yapmadım (çünkü duyurulacak pek bir şey yoktu!), bütün Twitter mesajlarım günlük şeyler hakkında oldu. Arkadaşlarımla olan konuşmalarım, esprilerim (espri demişken, revanthedarth'a söylediğim şeyin esprisi şu ünlü C++ IDE'si hakkındaydı), falan fişmekân. Hayır, hiç siyaset yapmadım, sadece küfrettim. Siyaset yapmaya girmiyor bu.

Her neyse, sonuç itibariyle CoolBlue Games dışındaki her şeyle ilgili bir twitter olduğu için ismini değiştirdim. Zaten CoolBlue Games diye bir ismi gelecekte çıkaracağım şeyler üzerinde görmeyeceğiniz için ...