Monday, February 8, 2010

Küçük sinekler

Bu sabah can sıkıcı bir olay yaşadım. Bindiğim bir taksinin şoförünün beni dövmediği kaldı.

Önbilgi; ODTÜ Teknokent'te bir yerde staj yapıyorum, toplu taşıma araçları saat sabah 10:00'dan sonra Teknokent'e girmediği için eğer oraya 10:00'dan önce gelmediyseniz yapmanız gereken şey anayoldan oraya kadar yürümek (ki bu benim hiç yapmadığım bir şey değil kesinlikle) veya taksi tutmak (gerçi kesin benim bilmediğim bir yol daha vardır ama neyse). Bu sabah bitkindim, ikinciyi tercih ettim.

Yola çıkmaya hazır görünen bir taksiye doğru yaklaştım, içerideki şoförün beni gördüğünü sandım ve içeri girdim.

-Çalışıyorsunuz, değil mi?
-Evet, çalışıyoruz tabi! Geç! gibi bir şey dedi, acaba kapıyı pat diye mi (yani kendimi önceden fark ettirmeden filan) açtım da böyle sinirli bir yanıt aldım diye düşünüp mahçupça gideceğim yeri söyledim. Kapıyı yavaşça kapattığım için kapı kapanmamış, öfkeli bir şekilde kapının açık olduğunu söyledi. Kemerimi takmaya çalıştım, kemerin kilit kısmı dibe kaçtığı için yanlışlıkla taksicinin koluna temas ettim, "Dur oynama!".

Haydaa, ne oluyor ya? Ben o kadar mı kötü bir şey yaptım? Ama neyse, sinirimi tuttum, ineceğim yere geldiğimizde parasını verip hızla (ama sertçe de değil) çıktım, arkamdan "Piç" diye söylendiğini duyduğuma bahse girebilirim. Öfkelendiğimde oradan uzaklaşmaya çalışmamın kötü olan kısmı plakasını göremeyecek kadar uzaklaşmış olmam, plakayı almak aklıma geldiğinde. Araba sahibi olmamamın nedenlerinden birisinin trafiğin verdiği stresten kalmak isteyişim olduğunu hatırlayınca bu neden bana komik gelmeye başladı.

Medeni bir insanın davranması gerektiğini düşündüğüm gibi davranmış, ama o lafları da yemiştim. Eğer çalıştığım yerdeki insanlar bana saygı gösteriyorlarsa bunun nedeni sadece yeteneklerim değil, ama kibar tavırlarım olmalı. Ama akşam eve dönerken bu olayı düşünürken üniversite öncesi okul hayatımda nasıl submissive bir insan olduğumu hatırladım, benden iki kuruş daha değerli olmayan insanların bana it gibi davranmasına verdiğim izinleri, tüm o yuttuklarımı. Komutanlıkların önünden geçerken babamı hatırlarım hep, babamı ne kadar kıskandığımı fark ettim bugün. Bugün benim yerimde babam olsaydı belki taksiciyi o davranışından ötürü acayip pişmanlık duyduracak bir şey yapmaz, ama o lafları da kesinlikle yutmazdı. Babam kadar güçlü ve cesur olmayı diledim, hâlâ saygı duyulabilecek kadar kibar ve mütevazi kalmayı da.

Bu arada sabahki olaydan sonra ODTÜ içinde bir daha taksi tutmamaya/çağırmamaya söz vermiştim kendime, bu zor olacaktı, çünkü Teknokent üzerinde toplu taşıma aracı bulmak her zaman kolay olmadığı için uzun bir mesafeyi yürümem gerekiyordu. Bugün yürüdüm; havanın soğuk olmasına, bitkinliğime rağmen, yapay da olsa bir başarı duygusu veriyor bu bana. Sonra mantıklı olanın hiç taksiye binmemek değil de bir daha böyle bir şey olması ihtimaline karşı kendimi farklı davranmaya hazırlamak olduğuna kanaat getirdim.

---

Geçenlerde canımı sıkan başka bir şey; Resident Evil 5: Gold Edition'ın Lost in Nightmares adlı bir bölüm içereceğini okumamla başladı. Hayır, "Hiii, hırkızlar, benim oyunumun ismini çalmışlar!" demeyeceğim, zaten Capcom, Konami gibi devasa firmaların benim oyunumu fark edip de kullandığım RE, SH soundtrackleri yüzünden dava etmemesi benim için şans. Zaten bu RE5 bölümünün Lost in the Nightmare'ın konusu ile alakası bile yok. Canımı sıkan şey neydi peki?

Google'da LitN'ı arattım, "Bakalım bakmayalı yeni bir şeyler olmuş mu?" diye. Gülümsetici sonuçlar vardı, üzenler de. Lost in the Nightmare 2: Unforgettable Memories adlı hiç başlamamam gereken, yarım kalmış oyunumun duyuruları, "Oyun güzel ama müzikleri de orijinal değil" yorumları ve arasıra gördüğüm bir kabusun yarı-gerçekleşmiş haliyle karşılaştım. Kabusum/kabuslarım şu: Beni ve yaptığım oyunları yerden yere vuracak uzunca bir yazı. Bazen bu yazının Türkiye'de yayınlandığını görüyorum rüyamda, "Türkiye'yi işte bu akıl hastası salak rezil ediyor!" diye, bazen de yabancı kaynaklı bir sitede Türkleri aşağılamak için güzel bir malzeme olduğumu. O gördüğüm yazıda neyseki benim kişiliğimle, akıl sağlığımla, milliyetimle ilgili bir şey yoktu, ama oyunu da çok fena ezmişlerdi.

Pıff, kötüydü, ama benim de aklımdan çıkarmamam gereken şey şu ki eğer birilerinin "Oynadığım en iyi ücretsiz AGS oyunlarından birisiydi" diyebileceği kadar yaygınlaşacak bir ürün ortaya çıkaracak kadar cesaret gösterecek ve -credits'te isimleri yazılı olsa bile- ünlü müzikleri kullanacaksanız böyle incelemelerle karşılaşmayı göze almalısınız.

---

Aman, neyse. Son zamanlarda dikkatimi çeken bağımsız oyunlarla ilgili bir yazı yazacaktım, sonra yazarım.

2 comments:

çikolatalıkedi said...

İşte böyle bir durumda direk taksi plakası, görebiliyorsan taksicinin ismi alınmalı. Bazı taksilerin içinde asılı oluyor kartları görülebilecek bir yerde.

Muhtemelen seninle alakalı değildir, başka bir şeye kızmıştır sen üstüne denk gelmişsindir. Ama senin de dediğin gibi, taksilere binmekten vazgeçmek yerine bir daha böyle bir durumla karşılaşırsan daha temkinli olabilirsin. Bana böyle bir tavır sergileyen taksiyi durdurtur, parasını da vermeden yoluma başka bir taksiyle devam ederdim.

Taksi şoförleri bazen çok saygısız olabiliyorlar.

Ahmet Kamil Keleş said...

Haklısın, keşke kart olup olmadığına baksaydım.

Öğrendiğime göre ODTÜ taksicileri son günlerde oldukça gerginmiş. En son greve gitmek istemelerine neden olacak olaylar olmuştu, grev yapmışlardı filan, son günlerde de bunlarla ilgili bir neden yüzünden aşırı gerginlermiş, senin tahmin ettiğin gibi. Şimdi herkes öyleyse kimi kime şikayet edeceğim...

Kötü olan şey, eskiden o duraktan gerçekten çok memnundum. Ne zaman bir şeyden tamamiyle memnun olsam sonra kesin bir şey çıkıyor.