Bu yazıyı Ankara'da yaşayan, ama bir tesadüf sonucu İstanbul'daki
Karanlıkta Diyalog sergisine katılmış bir insan olarak kaleme alıyorum.
İstanbul'un en sevdiğim VE nefret
ettiğim yanı; siz bugün, yarın için kafanızda 1000 tane senaryo
kurgularken, yarın geldiğinde o senaryolardan tekinin gerçekleşmemesi, o
günü unutulmaz kılanın da hayal edemediğiniz bir şeyin olması. Kaos. Öngörülemezlik. Aslında
hayat budur, "Hayat, siz planlar yapmakla meşgulken başınıza gelen
şeylerdir" demiş Lennon usta. Kör kalmak da bunlardan biri. Veya körlüğü
tecrübe etmek!
Kör
bir insan olmanın nasıl bir his olduğuna dair kitaplar, filmler, hatta
ismini hatırlamadığım bir video oyunu bile var. Ama kör olmayan bir insana bunu asıl tecrübe ettiren
şey, o zifiri karanlıkta, engellerle dolu bir dünyada elinde
bir bastonla kaybolması. Karanlıkta Diyalog işte tam olarak bu.
Bu sergiyle tamamen tesadüf eseri karşılaştım. Beni İstanbul'a getiren şey Gayrettepe'deydi; metroyla Gayrettepe'ye gelmemiş olsaydım, metro durağındaki bu sergiden hiç haberim olmayacaktı.
Bu sergi, tamamen zifiri karanlıkta
geçiyor. Herhangi bir ışık kaynağını içeri sokmanız yasak, o eşyalarınızı
sergiden önce size verilen kilitli bir dolapta saklıyorsunuz. Bir rehber
eşliğinde, ses efektleri ve dekor varlıklarla ifade edilmiş bir
gerçeklikte yol alıyorsunuz. Önce bir doğa parkındasınız mesela.
Etrafınızda köprüler, çitler filan var, ben bir ara o şeyler yüzünden
Counter-Strike rehinesi gibi takıldım. Daha ilk bölümde.
Bize rehberlik eden, kendisi gerçekte görme
engelli olan bir insandı. Onun kör olduğunu öğrenmeden önce, gece görüş
gözlüğü takmış olduğunu sanıyordum (ve kafama takılmıştı, zifiri
karanlıkta gece görüşü gözlüğünün çalışamadığını bildiğim için kafam
karışmıştı).
Benim gözlerim epey bir
miyop olduğu için, ışıksız ortamda da diğer insanlara göre rahat hareket
edebileceğimi düşünürdüm eskiden. Yanılmışım. Işık olmayınca hiç de
hızlı hareket edemedim. Serginin bitiminde, koridorun sonundaki ışığa doğru yürürken şunu gördüm; o miyop gözlerimle gördüğüm bulanık renk ve ışık bulutları o kadar da yetersiz değilmiş.
Serginin zihnimde değiştirdiği başka
bir düşünce de şuydu: Eğer kör kalırsam (Allah korusun), intihar etmek
isteyeceğimi düşünürdüm. Serginin sonunda rehbere patavatsız (veya aşırı
dürüst) bir soru soruldu, "Ben olsaydım intihar ederdim. Siz de
istediniz mi?" diye. "Hayır. Zaten nasıl olsa öleceğiz" gibi bir yanıt
verdi rehber. Benim için gerçek şuydu, zaten bu zifir karanlık dünyada her şey
yeterince tehlikeli. Peki alışılamayacak bir şey mi? Hayır! Hayat sizi bir zorluğa sürüklemediği sürece, ne kadar güçlü olduğunuzu bilemezsiniz.
---
Bu yazı Dîvanyolu dergisine de yollanmıştır, yayınlama haklarına sahiptirler.
No comments:
Post a Comment